Hakikat, uzlaşma, helalleşme
Kemal Kılıçdaroğlu | Fotoğraf: Evrim Aydın / AA
Almanya Başbakanı Willy Brandt 1970 yılında, İkinci Dünya Savaşı sırasında Varşova gettosundaki Yahudilerin ayaklanmasını anmak için dikilen anıtın önünde diz çöktü. Bu, Alman devletini yöneten birinin şahsına özgü bir özrü idi ama ardından devletin kurumsal özrü de geldi. Almanya Naziler döneminde katledilen, acı çektirilen Yahudilerden özür diliyordu. Sonra ABD Kızılderililerden, Fransa Ruanda’dan, Hollanda yine Yahudilerden ve eski sömürgesi Endonezya’dan özür diledi. Erdoğan da Dersim Katliamı’na katliam demeden, “Devlet olarak özür dilenmesi gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” demişti.
CHP’nin tek adam iktidarı döneminde gerçekleşen bir vaka hakkında risk almadan, yaptırımsız dilenen özür, zımnen, devlete, kurucu partiyi aşan bir sahiplik iddiasıydı. Erdoğan bu tür sahipliği ihtiyacı olduğu dönemlerde yineledi. Referandum döneminde; Darbe dönemlerinde idam edilenleri, Erdal Eren ve Ahmet Kaya’yı, Yılmaz Güney’i, Necip Fazıl’a ulayarak da olsa Nâzım Hikmet’i; bir sağdan bir soldan isimleri andı. Söyleminde devlet adına, devlet olarak hayali uzlaşmalar düzenledi.
Böyle bir literatür vardı hakikaten. 1990’lı yıllarda Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Apartheid rejimi altında yıllarca ayrımcılığa maruz kalmış, şiddete uğramış, yakınlarını kaybetmiş, hapiste yatıp işkence görmüş siyah mağdurların faillerle yüzleştikleri Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, suçunu samimiyetle kabul eden ve mağdurdan özür dileyen katillerin, işkencecilerin hukuken affı, mağdur tarafından bağışlanması gibi bir koşulla çalışmalarını sürdürmüştü. “Ağır yaralar”ın mahkeme sahnesinde yeniden kanatılması pahasına, mağdurlarla failler yüzleştirildi.
Güney Afrika’da uzlaşma zemininin hakikatin dile gelmesiyle kurulacağı düşünülüyordu. Böylece temiz bir sayfa açılarak devam edilecekti. Hukuk başka “helalleşme başka” gibi bir şart koşulmamıştı ve yüzleşmeler sırasında mağdurun affı esastı. Ama bu yüzleşme/uzlaşma komisyonlarından radikal sonuçlar çıkmadı. Sonuçta ırk ve milliyet ağır yaraların pansumanıyla kapatılamayacak kadar sistemin organik bir ürünüydü ve çatışmaları sakinleştiriyordu ama gündelik hayatı yeniden örgütlemeye yetmiyordu ne yazık ki. Hakikat ve uzlaşma komisyonlarının benzerleri darbe veya iç savaş sonrası travmaları iyileştirmek amacıyla başka ülkelerde de kuruldu; Arjantin, Şili, Peru, El Salvador, Bosna Hersek bunların arasındaydı.
Toplumsal ve tarihsel yaraların kapanmasını toplumun kendisine bırakan; faillerle ‘yaralılar’ı yüzleştiren yöntemler çoğu yerde pedagojik bir rahatlamayı hedefler. Bir zamanların muktedirlerinin her türlü şiddete müstehak buldukları ‘suçlular’ ile her şey olup bittikten sonra, bir özür karşılığında barışması, devletin biçtiği kısmi tazminat sayesinde ‘ödeşme’, bir irinin hafıza mekanlarıyla, anıtlar ve heykellerle sürekli, birikmeden akmasını sağlayan düzenlemelerle çözülmüş sayılması elbette yeterli olmuyordu ve bunlar birçok sağlam eleştiri aldı.
Kılıçdaroğlu’nun helalleşme sözcüğü hakikat ve uzlaşma “literatürü”nün Türkçeye memleket usulü çevrilmesi olarak anlaşılabilir. CHP’nin Genel Başkanı bir süredir memlekette, tek adam yetkisiyle donanmış, ‘ben’ diye konuşan bir cumhurbaşkanı suretinde ikili iktidar rüzgarı estiriyor. Öyle ki helalleşmeden kastettiğini açıklarken “Ben ülkemizde iktidar olmaktan çok, iz bırakan, başka bir miras bırakan biri olarak anılmak istiyorum” diyor; uzlaşmaya gereken toplumsallık ilişkisi dahi yok bu cümlede.
Erdoğan’ın Dersim Katliamı ile ilgili yaptığı da buydu. Toplumun dahil edilmediği, hukuki ve maddi hiçbir sonucu olmayan, dilenip dilenmediği bile belli olmayan özürle helalleşmeye çalıştı o da. Kılıçdaroğlu’nun helalleşmesinde de hesaplaşma ve helalleşme diye birbirinden ayırdığı iki durum karşı karşıya. Helalleşme ise özrü içermiyor. Erdoğan’ın iktidarını devletten ayırmaya ona hükümet demeye özen gösteren bir partinin genel başkanı olarak hem devleti şahsında somutlama halini hem de ikili iktidar vaziyetini biraz abartıyor.
Umalım ki Kılıçdaroğlu’nun beyanı geçmiş bütün cürümleri konuşmanın vesilesi olsun. Ancak böyle bağlayıcılığı olmayan helalleşmelerle bir adım ileri gitmek de mümkün değil.
Açık yaraların sarılması için geçmiş için özür dilemek de yetmiyor. Bunların bir daha yaşanmayacağını garantileyen mekanizmaların oluşması gerekir. Kılıçdaroğlu’nun saydığı vakaların hepsi eldeki devlet cihazının, kurumlarının, gerici kadrolaşmalarının, militarist ve paramilitarist aygıtlar tarafından donanımının ürünüydü. Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu ittifakın, genişletilmiş parlamenter sisteme geçiş dışında değişim önermeyen stratejisinde bu mekanizmaya bir değişim öngörülmüyor. Halbuki sorgulanması gereken esas konu devletin kuruluş biçimi.
Yüzleşme ve uzlaşma toplumun ve devletin bütün hücrelerine kadar temizlenmesini, bunun da halkın inisiyatifine açık bir biçimde yapılmasını ve yeni hafıza düzenine direniş ile ödeşmenin de eklenmesini gerektirir.
- Arka taraf! 15 Kasım 2024 04:48
- Kürtler Türkler birbirini sevsin! 01 Kasım 2024 05:02
- ‘Çözüm’süz süreç 25 Ekim 2024 15:05
- Hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler oluyormuş gibi çözüm süreci 18 Ekim 2024 05:07
- Yenikapı ruhu 2.0 11 Ekim 2024 04:50
- Kimin yanında, kimin karşısında? 04 Ekim 2024 04:55
- Narin'in katlinden polis cinayetine 27 Eylül 2024 06:05
- İsrail’in kirli savaşı 20 Eylül 2024 06:00
- Narin'in gerçek sırrı 13 Eylül 2024 05:23
- Halaydan büyük meseleler 06 Eylül 2024 05:41
- SETA'dan gelen imdat 30 Ağustos 2024 04:55
- İzmir yangınının anatomisi 22 Ağustos 2024 05:00