19 Kasım 2021 23:29

Gökkubbenin altında hiçbir şey gizli kalmaz

Fotoğraf: DHA

Paylaş

11 lirayı sollayan dolar ve bunun karşısında hızla değer yitiren sevgili liramız, salt Merkez Bankası politikasının beklenen bir sonucu olmayıp, her aşamada uygulanan yanlış politikaların sahne görüntüsünden başka bir şey değildir. Kısa sürede siyaset-burjuvazisi yaratmak aşkıyla bir zamanların bol kaynaklarını betona gömerek aşırı borçlanma yetmiyormuş gibi, gelecek kuşakları da borca batırmak pahasına, bütçeleri çok aşacak şekilde ve olağanüstü taahhütlerle uzun vadeli yatırımlara yönelmek bir yerde patlayacaktı. Kısacası, bugün gelinen nokta, şimdiye kadar izlenmiş akla ve mantığa sığmayan yanlış politikaların birikimli sonucudur. Aşağıda kısaca açıklayacağım sürecin bir cümlede özeti; milletin parasıyla potansiyel bütçenin çok üzerinde, kısa sürede dönüşü olmayan, çoğu ölü yatırıma yönelip, üstelik de yatırımların üstlenicilerine ülkede cari yüksek faize denk gelen yüksek getiri hesabıyla taahhütte bulunulmasına ne Merkez Bankası stokları dayanır ne de devlet hazinesi. Pandemiyle birleşen muazzam yük ulusal kapitalizmin mantığına uygun olarak halk kesimlerine yıkılırken, küresel kapitalizmin mantığına uygun olarak da ülkenin genel potansiyeli eritilir. Rahmetli Samir Âmin sağ olsaydı da, bu süreci eniyle boyuyla bize bir anlatabilseydi! Her musibetten bir hayır çıkartacak isek, işte bu siyasete oy verenlerin ferasetiyle, uygulanan politikaların sonucunda ülkenin içine sürüklendiği durum!

Kural olarak, tek bir örnek bütünü göstermez, fakat Zafer Havalimanı çok güzel bir örnek. Şöyle ki, medyadan edinilen bilgilere göre, havalimanı için üstlenicilere yapılan taahhüdün gerçeklikten sapma oranı yüzde 96 imiş. Böyle bir sapma olamaz; bu bir sapma değil, bir hesap biçiminin örtülü görüntüsüdür. Hemen tüm altyapı türü yatırımlarda görülen farklı orandaki sapmalar da aynı mantığa dayalı olmalıdır. Bazı nedenlere bağlı olarak, teorik açıdan bu tür yatırımlar işletildikleri durumda kâr sağlayamazlar. Ondan dolayı da teorik olarak devletin giriştiği bu yatırımlarda işletme esnasında oluşan zararı karşılamaya yönelik ya bütçe kaynakları kullanılır ya da çift fiyatlama vb. gibi farklı yöntemler uygulanır. Bu tür yatırımlara girişen yerli ve yabancı işletmeler yüzde 18 veya daha yüksek faiz varken salt inşaat maliyetini karşılayacak bedelle işe girişmezler ve kesinlikle yüksek faize yönelirler. İşte, bu kritik durumdan dolayı, havalimanları, köprüler, hastaneler vb. gibi altyapı nitelikli yatırımlarda devlet garanti vererek işletme özelliği ile var olan faiz haddi arasındaki farkı kapatmak durumunda kalmıştır. Üstelik bu yatırımlardan politik örgütsel ve/veya kişisel kılcal damarlara sızacak kaynaklar da dikkate alındığında işlere nasıl bir iştahla sarılındığı rahatlıkla anlaşılabilir. Bir de bu tür yatırımlarda söz konusu olan uluslararası özel statülü sigorta sistemi (MIGA) geçerli iken, bir kere sözleşme yapıldıktan sonra artık kimsenin yapacak bir şey kalmaz.

Peki, niçin bu denli “açıldık”? Bilmiyorum; iktidara ilk geldiği dönemlerde hortumların kesilmesi söylemini geliştiren AKP politikacıları nedense şimdilerde sessizliğini korumaktadır ya da niçin Avrupa Birliği fikrinden uzaklaşıldı? Bilemiyorum, bu tür yatırım kararlarını bizim temsilcilerimiz mi vermiş, ya da bu tür yatırım kararları ünlü beş yıllık plana göre mi veya orta vadeli program çerçevesinde mi yapılıyor? Var olan yönetim sisteminde bu durum biraz muğlak gözüküyor. Dolayısıyla, bir kere yatırım sözleşmesi yapıldıktan sonra yapılacak tek şey, anlaşmalarla girilen taahhütleri yerine getirmektir. Muhalefetin, yapılan taahhütlerin ödenmeyeceği söylemi karşısında, “Söke söke alırlar” söylemi ayniyle vakidir. Hesap günü gelip çattığında döviziniz varsa verirsiniz, yoksa Merkez Bankasının ya da köşede bucaktaki hazinenizi kurcalarsınız, zorunlu ihtiyaçlar için sakladığınız kaynakları eritirsiniz, o da yetmezse, swap denen işlemle borçla temin ettiğiniz kaynaklarla işleri bir süre daha götürmeye çalışırsınız, kaldı ki, bu da bir borçtur. Halkın büyük kısmının döviz mevduat sahibi olduğunu bildiğinizde de iç borçlanmayı dövizle yaparsınız, o da bir borçtur, onun da vadesi gelecektir ve ödeme yapılacaktır. Her ne kadar iç borçlarda konsolidasyon adı verilen borcun vadesinin uzatılması daha düşük maliyetle yapılabiliyor olsa da, o da bir yüktür. Kısacası, bir kere hesapsız kitapsız bu girdaba girilmişse, çıkış yolu yoktur ve yükü bir şekilde halka yutturmak zorundasınızdır.

Diyelim ki, Merkez Bankası faizi yükseltti, bu durumda yine dış borç gelecek ve ülkenin, zaten son 20 yılda cumhuriyetin kuruluşundan beri yapılmış olan dış borçların toplamından daha yüksek borç stokuna ve ona bağlı olarak faiz taksitlerine de yeni ilaveler yapılacaktır. O da borçtur, yani halkın üzerinde yüktür, bir farkla ki yük daha uzun süreye yayılı olarak ekonomide anlık sıkıntı yaratmayıp, yükü ileriye, hatta gelecek nesillere yansıtacaktır. Faiz indirimi sonucunda yükselen döviz kuru fiyat artışı yapmayacak mı? Kesinlikle yapacak. Maliyet artışı fiyat artışı yaratır, aynı şekilde yaratılan değerin içinde gizli maliyet unsuru olan faiz yükselişleri de fiyat artışı yaratır. Burada açılması gereken konu, neden kur artışının faiz artışına tercih edildiği meselesidir. Bugün yaşadıklarımızın sebebini yanlış bilgiden ziyade farklı yerde aramalıyız; her fırsatta toplumu bölmeye çalışan zihniyetin bu kez de ekonomik süreçlerle karşımıza çıkması söz konusu olabilir.  

Demem o ki, bu denli üretici olmayan binalara ya da ancak uzun yıllarda dönüş sağlayabilen altyapı türü yatırımlara ekonomik kapasitenin üzerinde ve tolerans sınırının dışında girildiğinde, böyle bir borcun karşımıza çıkacağı belli idi. Siyasilerin hatası, günlük iktisat cehaleti olmayıp, dünya kapitalizmini anlayamama ve küreselleşmenin ve finansallaşmanın nasıl ortaya çıktığını ve neye hizmet ettiğini görememeleridir. Taşların bağlandığı, köpeklerin salındığı günümüz kapitalizminde anlık ve batık tüccar zihniyetli devlet yöneticileri değil, konulara geniş ve felsefi perspektiften bakabilen faziletli devlet adamına ihtiyaç duyulur. Siyasetin neden diktatörlüğe evrildiği ya da neden yeni tür feodalite türü yönetim biçiminin zuhur ettiği gibi konular bu kapasitedeki siyasetçilerle çözülecek gibi olmadığı gibi, tartışılabilecek konular da değildir.

Ne yapalım, bu sonuçtan siyasileri de sorumlu tutamayız; sonuçta oyların sahibi biz değil miyiz, işte sonuç!         

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa