22 Kasım 2021 00:00

Mücadeleye devam!

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak bilinen ve “Bu Suça Ortak Olmuyoruz” başlıklı bir bildiriyi imzalayan 1128 akademisyenle başlayan, sonrasında iktidar cenahından yöneltilen saldırılar ve son zamanların iktidar hattı kir ifşacısı tarafından kanlarımızla duş alma tehdidi ile 2212’ye yükselen imzacıların yaşadıklarının Türkiye’nin son beş yılına dair çok açık bir resim olduğunu söylemek mümkün. Üniversitelerindeki soruşturma süreçlerinden yargılamalara, çalıştıkları yerlerde yaşadıkları ayrımcılık ve tehditlerden, hapislik ve dahi ihraçlara uzanan bir yolda her biri birbirinden farklı koşullarda zorluklarla yüzleştiler. Son dönemde de Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından ihraç edilen Barış Akademisyenleri’nin başvurularına ardı ardına ret kararı verilmesi ile ilgili olarak Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), “Retleri reddediyoruz, barışa sahip çıkıyoruz” başlığıyla 16 Kasım 2021 günü bir basın toplantısı düzenledi. Katılanlardan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, OHAL’in resmi olarak kaldırılmış olsa da zihinlerde sürdüğünü; Anayasa’ya ve hukuka göre değil, iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda kararlar alındığını belirtti o basın açıklamasında.

Bu bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle haklarında ağır ceza mahkemelerinde dava açılan yaklaşık 800 akademisyenle ilgili olarak, bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi (AYM), 26 Temmuz 2019 tarihli kararında, söz konusu uygulama ile Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermişti. Bu karar önemli, çünkü o garip komisyonun da ihraçları değerlendirmesine zemin oluşturması beklenecek bir karardı: “Açıklanan bir düşüncenin yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, suçlayıcı keskin bir dil kullanması ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması; şiddete yönlendirdiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez. Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğundan açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamalara karşı yargısal tepki verilmesi noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olayların farklı bir bakış açısından -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir. Tüm bu bilgiler dikkate alındığında başvurucuların mahkûmiyetlerinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan başvurucular hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Bir başvurucu dışındaki başvurucuların mahkûmiyet kararlarının açıklanması ise ertelenmiş ve başvurucular denetimli serbestlik tedbiri altına alınmışlardır. Somut olayın koşullarında başvurucular hakkında -bazıları ertelenmiş olsa da- zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği kabul edilen müdahalenin hedeflenen terör örgütü ve terörizmle mücadele kapsamında kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı olduğunun gösterilemediği sonucuna ulaşılmıştır. Kamu gücünü kullanan organlar, devlet politikalarına yönelik eleştirilere cevap verilmesi hususunda ülkedeki herkesten daha fazla imkâna sahiptir. Özellikle son derece saçma ve ilgisiz bile görünse muhaliflerin haksız saldırı ve eleştirilerine farklı yollardan cevap verme imkânının olduğu durumlarda ceza kovuşturmasına başvurulmamalıdır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir” denilerek ilgili bildirgenin hem ifade özgürlüğü kapsamında görülmesi gerektiği hem de bilim özgürlüğünün doğal bir sonucu olduğu vurgulanmıştı.

OHAL Komisyonu uzun bir süre karar vermediği gibi, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Barış Akademisyenleri hakkında yapılan başvuruları hükümete bildirmesinden sonra, belli ki hükümetin vereceği cevaba malzeme sağlamak üzere, 28 Ekim 2021 tarihinden itibaren peş peşe ret kararları vermeye başladı. Anayasa Mahkemesi kararları tüm devlet organları gibi OHAL Komisyonu’nu da bağlar diye düşünürseniz, yanılırsınız. Malum, en üst organ dahi bu kararları tanımamakta diretir bu memlekette.

Düşünmek, düşündüğünü söylemek zordur bu topraklarda. Ancak insan olmanın da gereğidir. Barışın akademisyenleri mücadeleden hiç vazgeçmediler, düşündüklerini söylemekten de... O zaman mücadeleye devam!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa