Devlete sadakat yükümlülüğü: Kral Buyruğu
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/131079.jpg)
Fotoğraf: Evrensel
OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, yaklaşık beş yıl sonra Barış Akademisyenleri hakkında peş peşe kararlar vermeye başladı.
Herkesin bildiği gibi 11 Ocak 2016 tarihinde açıklanan, 1128 imzalı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri nedeniyle akademisyenler hakkında soruşturma açılmış ve yargılamalar sonunda Anayasa Mahkemesinin (AYM) son sözü söylemesiyle mahkemeler de beraat kararı vermişlerdi. İmzacı akademisyenlerden 406’sı kamu görevinden ihraç edilmişlerdi.
Anayasa’nın 153. maddesi, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” hükmünü taşır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 2. maddesinde de Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu yazılıdır.
OHAL Komisyonu, AYM’nin Barış Akademisyenleri hakkındaki kararının kendilerini bağlamadığı düşüncesindedir, anlaşılan…
Komisyonun şöyle bir mantık yürüttüğü anlaşılıyor: Akademisyenler kamu görevlisidir. Kamu görevlilerinin de devlete sadakat yükümlülüğü vardır. O halde devletin kamu görevlileri devlet yetkisi kullanarak operasyonlar yapan güvenlik kuvvetlerini eleştiremezler. ”Bu suça ortak olmayacağız” diye açıklama yapamazlar. Yaparlarsa bu, devlete sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturur. Yaptırımı da bellidir: İhraç! Kamu görevinden çıkarma!
Belirtilen durumda ne anayasal haklar kalır, ne de bu kamu görevlilerinin hak ve yetkilerini düzenleyen yasalar.
Devlete sadakat, devletin çeşitli birimlerinin ve elbette güvenlik bürokrasisinin oluşturduğu politika ve uygulama ile sınırlı anlaşılıyor, anlaşılan…
Bu birimler, dünya dönmüyor diyorsa (kral), bu anlayışa göre, dünya dönmüyordur. O halde dünyanın döndüğünü iddia etmek, Kralın buyruğuna karşı gelmek ve krala sadakat yükümlülüğünü ihlal etmek anlamına gelir. Bunu bilim insanlarına söylüyorlar. Anayasa hukukçularına, siyaset bilimi hocalarına, çatışma çözümü ve tarih hocalarına söylüyorlar. Sosyoloji, sosyal psikoloji hocalarına, hekimlere, tiyatro hocalarına, eleştiri inceleme dersleri veren hocalara söylüyorlar.
Anayasal prensiplere sadakat yükümlülüğü aniden devlete sadakat yükümlülüğüne dönüşüyor.
Devlet de silahlı bürokrasiden ibaret bu anlayışa göre. Dolayısıyla silahlı bürokrasi eleştirisi devlete sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmaz! Akademi susmalıdır! Akademisyenler susmalıdır!
Her alanda görüyoruz bunu. Ama ana sorun silahlı çatışma/savaş sorunudur.
Devlete sadakat yükümlülüğünün bu tür algılanışına göre “Savaş halk sağlığı sorunudur” diyen hekimler de aynı yükümlülüğü ihlal etmektedirler. Susmalıdırlar.
Medya için de geçerlidir bu söylenenler.
Giderek bütün toplum için geçerlidir, yükümlülük altında olmak.
İnsan ve toplum, devlet için vardır bu anlayışa göre, devlet insan için değil, insana hizmet için değil…
Peki kamu görevinden çıkarmaya neden olan sözler suç teşkil etmiyorsa (AYM kararı), kamu düzeni bozulmamışsa ve basın açıklaması/bildiri ile ulusal güvenlik tehlikeye atılmamışsa, (Böyle bir iddia da yok), akademisyenler kamu gücü kullanarak insan haklarını ihlal etmemişlerse (Bu tür iddialar da bulunmamakta) neden, nasıl ihraç edilebilmişlerdir?
Cevabını 40 yıl önceki, 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemindeki 1402 sayılı Sıkıyönetim Askeri Kanunu uygulamasına bakarak verebiliriz.
İHD’nin 1402’likler Komisyonunun raporu, Türk İş tarafından İLO’ya sunulmuş ve İLO, 1402 sayılı Yasa ile kamu görevinden çıkarmaların 111 sayılı İş ve Meslekte Ayrımcılık Sözleşmesi’ne aykırı olduğuna karar vermişti.
İhraçlar, otoriteden farklı düşünce sahiplerine uygulanmıştı.
12 Eylülcüler hak ihlalinde bulunmuştu. Fikirlerini beğenmedikleri insanları kamu görevinden ihraç etmişlerdi.
40 yıl sonra, bu defa seçimle gelen ve darbe teşebbüsünü bastıran/püskürten siyasi iktidar, fikirlerini beğenmediği barış akademisyenlerini ihraç etmişti.
Barış Akademisyenleri siyasi otoriteyi eleştiriyor, uyarıyorlardı. Bu eleştiri ve uyarılar siyasi otorite tarafından beğenilmediği/benimsenmediği için ihraç edildiler.
Sonuç olarak, Türkiye , demokratik standartlar açısından gerilemede sınır tanımıyor…
Evrensel'i Takip Et