Siyasi yabancılaşma

Fotoğraf: DHA
Türkiye’nin hazin sürüklenişi hızlanmış durumdadır. Doğru, ekonomi sürükleniyor, iradi olarak yönetilemiyor. Evet de, bu sürüklenişin bir sebebi var. Bu yazıda, içinde bulunduğumuz ve yaşadığımız sıkıntıları ve yoksullaşma manzaralarını bir tarafa bırakıp, sebep olarak gördüğüm başka ekonomi-politik konulara değinmek istiyorum.
Her mantıksal çıkarım bir sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Yaşananlar bir günde oluşmadı, uzun bir sürecin birikimli sonucudur. O nedenle gerilere gidip, bugünü hazırlayan seçmen ve siyasetçi patolojilerini tartışmalıyız. Böylesi yaklaşım bizi korkunç bir dağ yığınının eteklerine götürür ki, bugün sadece eteklerin ucuna doğru sarkan meselelerle uğraşmamız dahi bize çok şey gösterir.
Bir defa, halkımız akıllıdır, doğrudur; ancak akıllı olmak uzun dönemler içinde oluşmuş ideolojik yönlendirme ve saplantıları ayıklamaya yetmemektedir. Uzun bir imparatorluktan süzülerek gelmiş bir nesil henüz bir asrı tamamlarken büyük alışkanlık ve derin öğreti kalıbını kıramamıştır, kıramazdı da! Benzer sebepten dolayı reel sosyalizm ancak 70 yıllık süre dayanabildi. Çünkü nesiller biyolojik olarak değişmedikçe edinilen köklü huy ve davranışlar değişmemektedir. Bu koşullarda imparatorluk sevdası da, geçmiş özlemi de akıl dışı her siyasetçinin elinde ciddi bir kılıçtır. Ne var ki, o kılıç bir yanı ile halkı geriletirken, diğer yanı ile de siyasetçinin hırs ve duygularını körükleyecek şekilde derin gaflete sürükler.
Türkiye’nin derin krizle girmesi ve 2000 IMF programına başvurması dünya kapitalizmi için bulunmaz bir fırsat idi. Zira 75-80 milyonluk insan gücü ve tam olarak işlenmemiş kapasitesi ile koca bir ekonomi krizdeki kapitalizme sermaye ve ürün piyasası işlevi görmeye soyunduruluyordu. İşte AKP’nin ilk döneminin olumlu olduğu görüşüyle şişirilen program, bizi bugünlere sürükleyen bu hazin ve iyi anlaşılamayan hikayenin başlangıcı ve sebebidir. Bu denli altyapı yatırımı vs. neden bu hızla yapıldı ki? Bunların bu hızda yapılması, geçilmeyen köprüler, gidilmeyen hastaneler, kullanılmayan havalimanları bir rastlantı mıdır? Hayır, değildir! Bu yatırımlar, Batı’da işsiz kalmış sermayeye açılmış iş alanlarıdır. Peki, para nereden geldi? O da, Batı’nın düşük faizinde sürünen bol finans kaynağının Türkiye’ye akıtılan kısmıdır. Özal döneminin 32 sayılı Kararnamesi ile yabancı finans kuruluşlarının Türkiye’ye girmesi ve kâr transferinde bulunmasının serbestleştirilmesi bu kaynaklar için inanılmaz değerli fırsat idi. Batı finans kaynağı için yaratılan bu fırsat ekonomimizin içten içe erime pahasına yaratılmıştır. Peki, halkımız bu yatırımlardan hoşnut olmadı mı? Doğal olarak oldu, zira halk topluma yayılan maliyetlerle kısa sürede ilgili değildir. Bu hesabı siyasilerin yapması gerekirdi, onlar ise hırsın gafletine kapılmışlardı.
Siyasiler, emperyalizmin komutlarını hırslarına yenik düşerek algılayamadan, Ortadoğu liderliğine soyunmaya başladı. Ortadoğu liderliği ise, Türkiye’yi ılımlı-İslam görüşü çizgisinde model oluşumuna sürükledi. NATO’nun en büyük ordusuna sahip Türkiye’nin yeni giydirilmiş kılıfla güneye inmesi, ABD-İsrail ortaklığında Rusya’ya ve İran’a karşı çok önemli idi; zira ucu belirsiz heyecanlı bir macera başlıyordu. Bu macerada kendisini tek komutan zanneden gafil, kuyruğun ekonomi kazığına bağlı olduğunu algılayamadı, zira kuyruğu iyice yakalayabilmek için arkada da bu oyun oynanıyordu. İşte AKP’nin ilk döneminin başlangıcı olan, oyunun kurgulama safhası böylesi karmaşık bir hikayedir. O hikayede emperyalizmin verdiği elma şekeri zokası yutulurken durum olumlu görünüyordu. Burada Fethullah hareketini, ılımlı İslam bağlamında AKP mi kullandı, yoksa ABD mi kullandı, bunun çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Hatta Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yaklaşılması tiyatrosu da oyunun parçası idi. 2000 IMF programı ile verilen elma şekeri yanında, Avrupa’nın uzattığı sahte ortaklık eli ve ABD’nin Türkiye için yüz karası olan Büyük Ortadoğu Eş Başkanlığı rütbesi, içine sokulduğumuz gaflet çuvalının simgeleridir. Böylesi bağlı bir ekonominin başına hemen hiçbir devlet deneyimi olmadan, büyük kısmı ile iş çevrelerinden derlenmiş bir siyasi kadronun geçmesi, tam bir tüccar kafası ile ülkeyi bugünkü iflasa sürükleyecek idi. Bunda şaşılacak fazla bir şey yok. Bu durum tam bir hesapsız-kitapsız girilmiş müteahhitlik işi gibidir. Şaşkın alıcılardan para toplayan bir müteahhit bir binaya başlar, onu biraz tamamlayınca, yeni bina için müşteri kotarır, gelen paralarla birinciyi bitirir, ikinciye başlar, fakat bir zaman sonra işler o kadar büyür ki, yeni müşteriler yetmez ve müteahhit ortadan kaybolur.
Buna benzer şekilde Türkiye’de de işler aşırı sarpa sarınca, bir yandan muhalefet erken seçim baskısı yaparken, diğer yandan da bu talep halk katmanlarına yansıyıp, işler de giderek kötüleşirken, tipik davranış olarak, bu talebin baskılanması amacıyla, bizzat iktidar erki tarafından dillendirilmesine neden olması hakim AKP mantığına uygundur. Ancak, ekonomi o hale getirilmeli ki, iktidar erkine dayanarak, gelirlerde ani ve olağanüstü artış yaratıp, erken seçime gidelim. Kazanırsak ne ala, kaybedersek, öyle bir ekonomi devretmiş oluruz ki, işbaşına gelen idare IMF’ye gitmeye zorunlu olur, böylece müthiş bir muhalefet kozu elde etmiş oluruz.
Başka bir senaryoda ise, okyanus ötesi ağabeyimiz doğrudan ya da örtülü olarak dolaylı şekilde bizi geçici olarak kurtarır, fakat bunun da maliyeti askeri ve siyasi çok ağır ve kanlı olabilir. Son Meclis kararına göre ülkemizde yabancı askerin bulunabilme koşulunun yaratılmış olması, umarım, buna oy vermiş olan tüm vekilleri ileride derin bir vicdan azabına sokmuş olmasın!
Siyasi yabancılaşma sonlanmadan, ne hırslı siyasilerden kurtuluruz, ne de planlı bir kalkınma rayına oturabiliriz.
Evrensel'i Takip Et