28 Kasım 2021 23:45

İktidarı tahkim için bitmeyen ‘casus’ retoriği

Duvara kulağını dayayarak içeriyi dinlemeye çalışan insan heykeli

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

AKP döneminde siyaseti dizayn için sıkça kullanılan ‘casus’ retoriğinin iş görme kabiliyeti artık ikinci plana itilmiş durumda. Gelişmelere mantıksal açıdan bakanlar, ‘Kardeşim, nedir bu saçmalık’ diyerek tepki gösterse de, iktidar cenahı artık ‘uysa da, uymasa da’ aşamasına geçti.

Türkiye siyasi tarihinde köklü bir geçmişe sahip, kişileri temelsiz casusluk suçlamaları ile derdest etme yöntemi AKP iktidarında bir yönetme enstrümanına dönüştü.

Cumhuriyet gazetesinde 29 Mayıs 2015 günü “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlığıyla yayımlanan ve dönemin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmasına gerekçe gösterilen haber, MİT tırları ile Suriye’de cihatçı gruplara silah sevkiyatını gündeme getiriyordu. Bu dava iktidarın ‘casusluk’ suçlamasını popüler bir siyasal argümana dönüştürmesinin manivelası gibi oldu.

Ardından Alman Die Welt gazetesinin Türkiye muhabirliğini yaparken, 14 Şubat 2017’de gözaltına alınan ve 27 Şubat’ta tutuklanan Gazeteci Deniz Yücel için, haber ve röportajları didik didik edilerek ‘casusluk’ suçlaması yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’ya iade edilmesine ilişkin soruya “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” diye yanıt verdiği Yücel’in, bir süre sonra, Almanya’nın diplomatik presiyle tahliye edilerek Almanya’ya gidişine tanıklık ettik. Yücel geçtiğimiz ay Uluslararası Yazarlar Birliğinin (PEN) Almanya Merkezi Başkanı seçildi.

5 Temmuz 2017 günü polis, Büyükada’da bir otelde toplantı yapan hak savunucularına baskın düzenledi ve bu baskın sansasyonel bir casusluk operasyonu olarak servis edildi. Operasyonu tutuklamalar ve dava süreçleri izledi.

Anadolu Kültür AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala ise dört yılı aşan tutukluluğuyla son dönemin ‘casusluk’ argümanının temel dayanağı yapıldı. “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “siyasal ve askeri casusluk” suçlamalarıyla açılan ve Gezi ile birleştirilmesiyle süren davada Türkiye açısından uluslararası hukuk bağlamında deniz bitmiş olduğu halde son duruşmada Kavala’nın tutukluluk halinin devamına karar verildi.

İsrailli bir çiftin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’daki evininin fotoğraflarını çektikleri için casuslukla suçlanarak bir süre tutuklu kalması ise, sosyal medyada “Google Earth’ten kolaylıkla görülebilecek mekanların fotoğrafını çekerek nasıl casusluk yapmışlar?​” türü eleştirilerin muhatabı oldu.

Aradaki yıllar içinde başka yabancı gazetecilerle ilgili ‘casusluk’ ithamlı sınır dışı edilme haberleri gelip geçti.

Son günlerde ‘casusluk-millilik’ denklemi içinde iki önemli gündem var. Biri, DEVA Partisi kurucu üyelerinden Emekli Asker Metin Gürcan’ın, “siyasal ve askeri casusluk” iddiasıyla gözaltına alınması. Diğeri de, iktidarın uyguladığı politikaların sonucu olarak yaşanan kur dalgalanmaları ile Türk lirasının rekor düzeyde değer kaybı ve bitmeyen zam furyasının halkı sokağa döken sonuçları yansırken, MGK’nin ekonomiyi ‘milli güvenlik’ meselesi olarak kodlayarak iktidarın sopasını salladığı bildiri.

Daha düne kadar Metin Gürcan’ın T24’te çeşitli güvenlik ve jeopolitik gündemlerden 15 Temmuz darbe girişiminin analizine kadar varan yazıları herkes tarafından okunuyordu. Bu bağlamlarda görüşüne başvurulan sayılı uzmandan biri muamelesi gören ve AKP cenahında yer alsa asla bunları yaşamayacak olan Gürcan, şimdi ‘siyasal casusluk’ ithamının nesnesi halinde iktidar gazetelerinin manşetlerinde dolaşıyor. Öne sürülen suçlamalar öylesine kurgusal ki, hangisini alıntılayıp üzerinde tartışacağınızı şaşırıyorsunuz.

Türkiye’deki iddianameler için Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg tarafından yapılan ve 21 Ocak 2012 tarihli Hürriyet gazetesinde manşetten yayımlanan bir tespiti hatırlatalım: “İddianameler çok düşük kalitede. Hakim ve savcılara sağlam bir eğitim verilmesi şart.”Türkiye’de iddianamelere konu olan ve iktidar medyasının manşetleri ile desteklediği fantastik ötesi casusluk senaryoları karşısında sadece iki örnek hatırlatalım. Cicero (Çiçero) kod adıyla II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası hesabına çalışan Elyesa veya İlyas Bazna ile 1960’lı yılların başında Mossad adına Suriye’de istihbarat çalışmaları yapan Eli Cohen. Hayatları film ve dizi oldu. Bizde “1A’dan Takvim ve Star arkadaşlarımız şimdi bize casusluk hikayeleri anlatacaklar” tadında yürüyen süreci izlerken, bu işlerin gerçekte nasıl olduğunu merak edenler dönüp bakabilir.

Başa dönerek bağlayalım. Artık bu casusluk kurguları inandırıcılık kaygısı aşamasını çoktan geçti. Ekonominin MGK bildirisiyle bu biçimde gündem edilmesi bile bize bunu söylüyor. Ülkenin, halkın gerçek gündemlerinin, doğru çözüm önerileriyle tartışılabileceği bir siyasal düzen kurulmadan bu hakikat ötesi cendereden kurtulmak mümkün görünmüyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa