Küresel antifeminizm
Fotoğraf: Sevda Karaca/Ekmek ve Gül
1995’te Pekin’de toplanan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı kadın hakları açısından bir dönüm noktası oluşturur. Konferansın sonuç bildirgesi kadınların ekonomik hayata katılımı, cinsellik ve üreme konusunda kadın özgürlüğü, medyada toplumsal cinsiyet stereotiplerinin ortadan kaldırılması, kadınların siyasete katılımının ve erkeklerin ücretlendirilmeyen bakım emeğine teşvik edilmesi konularında Birleşmiş Milletler (BM) üyesi devletlerin uzlaşmasını ve eyleme geçme iradesini ifade eder. Bugünden geriye bakınca inanılmaz değil mi?
New York Üniversitesinden Anne Marie Goetz ulusötesi ve uluslararası hak savunucularıyla yaptığı görüşmelere dayandırdığı çalışmasında, feminizm karşıtı hareketin 1990’lardan beri BM’de aktif olmasına rağmen 2012 yılından itibaren muhafazakar ittifakın yeni bir ivme kazandığını vurguluyor (The New Competition in Multilateral Norm-Setting: The Transnational Feminists and the Illiberal Backlash, 2020). Goetz, özellikle erkeklerin ev içi emeğe katılımını sağlamak ve kadınların hamilelik ve çocuk bakımı maliyetlerine yönelik sosyal politikalar konusunda uluslararası feminist hareketin bir duvara çarptığını söylüyor. Üreme haklarında ise bir geriye gidiş söz konusu. Küresel gericiliğin bu yükselişini nasıl açıklamalı?
Goetz, Pekin Konferansından itibaren özerk kadın örgütlenmesine yönelik desteğin giderek azaldığına dikkat çekiyor ve bazı feministlerin dile getirdiği “yönetişim feminizmi” eleştirilerini dile getiriyor. Bu eleştiriler feminist hedeflerin karar vericiler açısından siyasi hedeflere dönüşmesinin, kadınların bu süreçte sürekli kurbanlaştırılmasının ve kadın haklarının “ilerici liberal Batı değerleriyle” “geri kalmış üçüncü dünya” arasında bir çatışma alanı olarak tasavvur edilmesinin feminizmi depolitize ettiğini öne sürüyor. Kadın haklarının depolitizasyonu, yani kaba bir benzetmeyle “Kadınlar çiçektir ve çiçekler su isterler” yaklaşımı, nihayetinde küresel gericiliğin yükselişinin koşullarını hazırladı. Feminist hareket içindeki bölünmeleri sezinleyen aktörler kadınları ve aileyi koruma adına harekete geçtiler.
Goetz, yıllardır feminizme karşı gizli bir savaş yürüten Vatikan’ın BM komisyonları üyelerini Arizona’daki kaplıcalarda ağırladığından bahsediyor. Ancak Vatikan’ın buhar odalarında sırt keselemesinde şaşılacak bir şey yok. 1970’lerden beri Roma kilisesi ABD’de yükselen Protestan hareketlerle beraber yeni muhafazakarlığa destek verdi. Feminizm karşıtı hareketin destekçileri arasında Soğuk Savaş döneminde eksik olan yeni bir aktör var: Rusya. Putin’in ikinci başkanlık dönemiyle muhafazakarlığı resmi ideoloji haline getiren Rusya Roma, Moskova ve kimi Amerikan Protestan kiliselerinin inayetiyle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine öncülük etmeye başladı.
2011-2013 arasında Rusya’daki protesto dalgası sonrasında Putin’in giderek daha muhafazakar bir pozisyona kaydığı tüm gözlemciler tarafından tespit edilen bir hadise. Ancak bunun nedenleri üzerine bir tartışma var. Aslında (Ülkelere özgü koşulları ve aktörleri göz ardı etmemekle beraber) Rusya’daki muhafazakarlaşmanın 2013 Gezi protestoları sonrasında Türkiye’de yaşanan muhafazakarlaşmayla birçok ortak noktası var. Bunların başında da sanırım muhafazakarlaşmanın nedenlerine ilişkin yapılan tartışma var. Her iki vakada da hakim yaklaşım muhafazakarlaşmanın kökeninde “güçlü tek adam” olgusunun yattığını öne sürüyor. Bu apolitik yaklaşımın temel sorunu, “tek adamlaşmayı” (Çoğunlukla liderlerin kişisel hırslarıyla bağlantılı) siyasal sistemin dışında bir değişken olarak okuması ve meseleyi toplumsal dinamiklerden izole ederek neredeyse tamamen ahlaki bir düzeyde kavraması. Halbuki kadın düşmanı muhafazakar söylem ve politikaların tek adamlar açısından vazgeçilmez bir işlevi var: İktidar koalisyonları kurmak ve koordine etmek.
Son on yılda tanık olduğumuz kadın düşmanlığının özgün özelliği koalisyonların küresel düzlemde de gerçekleşiyor olması. Öyle ki Putin’in Kırım’ı işgali bile Amerikan ve Rus kadın düşmanlarının ortak konferans düzenlemelerini engellemiyor. Bu konferanslarda ortak dil ve pazarlık stratejileri geliştiriliyor, ortak projelere finansman sağlanıyor. Gericilik kara propagandasında dilinden düşürmediği uluslararası komploculuğu bizzat kendisi yapıyor. “Yeni Muhafazakar Enternasyonal” hem BM ve sair uluslararası platformlarda hem de tek tek ülkeler dahilinde gerici koalisyonlar oluşturarak kadınlara karşı amansız bir mücadeleye girişmiş durumda. Hal böyleyken kadın hakları savunuculuğunu -yani feminizmi- küresel ve ulusötesi boyutlarıyla da düşünmek gerekiyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22