Halk güçlerinin birliği sorunu ve devrimci sorumluluk
Fotoğraf: Evrensel
Tek adam iktidarının ekonomik ve siyasi bakımdan giderek sıkıştığı ve onun ‘Cumhur İttifakı’nın güç kaybının görünür hale geldiği bir süreçten geçiyoruz.
Israrla uygulanan ekonomi politikası ve onun bir sonucu olarak tırmanan döviz kurları, milyonlarca işçi emekçinin her geçen gün daha fazla yoksullaşmasına yol açıyor. Ama Erdoğan, uyguladığı politikanın halkı hangi duruma düşürdüğünü görmek yerine düşük döviz kurunun bir fırsat olduğunu söyleyerek yabancı sermayeye yatırım çağrısı yaparken aynı zamanda kimin/hangi sınıfın cumhurbaşkanı olduğunu da gösteriyor.
İşsizliğin, açlığın, yoksulluğun pençesine itildikleri için seslerini duyurmak amacıyla sokağa çıkan işçi-emekçilerin eylemleri anında yasaklanıyor; göstericilere polis şiddeti, gözaltı ve tutuklamalarla yanıt veriliyor.
HDP’nin kapatılması, Kavala, Demirtaş ve Kobanê yargılamaları başta olmak üzere yargı kurumları iktidarın emir kulu ve yargılamalar da bir çadır tiyatrosu haline gelmiş durumda.
Dış politikada tekelci burjuvazinin yayılmacı emelleri doğrultusunda sürdürülen müdahale politikası, ülkeyi emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesinin ortasına sürüklemekle kalmıyor; ülkedeki halkların birlikte yaşamını ve bölge halklarıyla barışı da ciddi biçimde tehdit etmeye devam ediyor.
Tek adam iktidarının yarattığı bu yıkım karşısında karşımıza ‘kurtarıcı’ olarak çıkan/çıkartılan burjuva muhalefet ve onun ‘Millet İttifakı’ da halkın sorunlarını çözmekten uzak bir restorasyon programını savunuyor.
Tek adam iktidarı yerine eski parlamenter sisteme (güçlendirilmiş parlamenter sistem) dönme vaadi veriliyor ancak bu sistemin de Kürt sorunu ve laisizm gibi temel sorunları çözme ve halkın gerçekten söz sahibi olacağı bir demokrasi konusunda sicilinin temiz olmadığı biliniyor.
Mesela emperyalistlerin yarattığı yıkıma karşı çıkmak yerine batılı emperyalistlerle daha uyumlu çalışma vadediliyor.
Mesela işçinin, memurun, köylünün, esnafın her sorununu çözme vaadi verilirken öte yandan da büyük sermayeye vergi muafiyeti, yabancı sermayenin özendirilmesi ve piyasa ekonomisinin aksaklıklarının giderilmesi gibi aslında tekelci sermayenin çıkarlarının korunmasına dayanan bir program ortaya konuyor.
Mesela eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi karşısında bir şey söylenmiyor.
Karşımızda şöyle bir tablo bulunuyor: Bir yandan Cumhur İttifakı güç kaybediyor. Öte yandan da Cumhur İttifakından kopan halk kesimlerinin bir bölümü Millet İttifakına yönelirken önemli bir bölümü de ‘kararsız’ görünüyor. Dahası tek adam iktidarının yarattığı yıkıma karşı harekete geçen işçi-emekçilerin ileri kesimleri, Millet İttifakının da sınırlarını ve açmazlarını görüyor.
Tam bu noktada bu gidişat karşısında üçüncü bir seçeneğin yaratılması; halk güçlerinin birliğinin ya da ittifakının sağlanması önem kazanıyor -ki, son günlerde üçüncü seçeneğin, halk güçlerinin ittifakının kimlerle ve nasıl yaratılacağı konusundaki tartışmaların öne çıkmasını bu gelişmelerden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Çünkü işçi-emekçilerin daha geniş kesimleri sokağa çıktığı, kitle mücadelesi geliştiği oranda aynı zamanda “bekleyin” diyen burjuva muhalefeti de aşan arayışların güç kazanması kaçınılmaz hale geliyor.
Ancak “kararsız” olan ve kısmen de yeni bir seçenek arayışına yönelen kitlelerin halkçı/devrimci bir seçenek etrafında birleştirilmesi, öncelikle kendilerini bu arayışın muhatabı olarak gören güçlerin sorumlulukla davranmasını gerektiriyor.
Bugünün görevi ve ihtiyacı, işçi sınıfı ve halkların en acil ekonomik ve demokratik talepleri etrafında en geniş ittifakın/birliğin oluşturulmasıdır. Dolayısıyla bugün bu yöndeki girişimlerin içinde yer alan, bu arayışın muhatabı olan devrimci-demokratik ve sosyalist güçlerin dar grupçu çıkarlar yerine böylesi bir birliği sağlamaya yönelik bir tutum alması, halka karşı sorumluluğun da gereğidir.
Fakat üzülerek belirtmek gerekir ki, son günlerde yürütülen bazı tartışmalar eski hastalıkların nüksetmesine ve ayrılıkların kışkırtılmasına hizmet ediyor. Örnek olarak TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın Gazeteduvar’da yer alan röportajına ve Yeni Yaşam ile Özgür Politika’da yer alan kimi yazılara işaret etmek gerekiyor.
Okuyan röportajında öznel tercihler yerine programatik temelde birlik vurgusunu yapıyor -ki bu doğru bir yaklaşımdır- ama sonra da böylesi bir birlik/ittifak içinde yer alıp almama kararını HDP/Kürt hareketine bırakmak yerine kendi çerçevelerinin HDP’yi/Kürt hareketini aştığını söyleyerek kendince/öznel bir sınır çiziyor. Sonra söz konusu yayın organlarında Kürt hareketinin sözcülüğüne soyunan bazı yazarlar, Okuyan’ı “sömürge komiseri” ilan ediyor.
Herhalde bu tarz tartışmalar en çok halk güçlerinin birliğinden ve sistemi hedef alacak güçlü bir seçenek oluşturulmasından korkan sermaye güçlerini ve onların temsilcilerini mutlu ediyor.
Bu yaklaşımların halk güçlerinin birliğine hizmet etmediği ve devrimci sorumlulukla bağdaşmadığı ise açıktır. Oysa bu ülke, kendini halka adayan; işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın insanca yaşayacağı demokratik bir gelecek için mücadeleye dayanan azımsanmayacak bir devrimci birikime sahiptir. Bugün ilerlenmesi gereken yol da budur.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34