Yarın her birimiz ‘suçlu’ ilan edilebiliriz
Fotoğraf: Pixabay
Medyanın holdingleşerek kamu yararı işlevinden uzaklaşmasının ardından, liberal sistem açıklarını yine kendi yöntemleriyle kapatmaya girişti. Demokratik sistemin vazgeçilmez unsuru olduğuna inançla, çok sesliliği sağlamak adına medya, devletler tarafından doğrudan ya da dolaylı yoldan sübvanse edilmeye çalışıldı. İdeal bir sistem olmasa da, dünyanın farklı yerlerinde ticari amaç gütmeyen, kamu yararına faaliyet gösteren küçük, bağımsız yayınlar çalışanların sigorta masrafları ya da vergi indirimleri dâhil devletin sağladığı pek çok destekten yararlanabiliyor. Daha liberal sistemlerde büyük sermayedarlar, çoğu zaman kurdukları vakıflarla bağışlar (filantropi) yoluyla medyayı destekleyebiliyorlar.
Türkiye’de devlet sübvansiyonları medya için her daim önemli bir gelir kalemi olduğu kadar baskı aracı işlevi de gördü. Medyada çok sesliliğin, kendisini ifade imkânı bulamayanların sesinin duyurulması hiçbir iktidarın derdi olmadı. İktidardan bağımsız yayınlar resmi ilanlardan yararlanmak şöyle dursun, bugün gazetecilik yaptıkları için üstüne davalarla siyasi ve ekonomik bedeller ödüyorlar.
Sermayedarlar için bağımsız gazeteciliği desteklemenin prestij başta olmak üzere türlü getirisi olabilir ancak Türkiye’de bunu yapmak oldukça riskli. Vergi müfettişleri soluk aldırmaz, devlet caydırmanın türlü yollarını bulur, hatta Osman Kavala gibi suçsuz yere yıllarca cezaevinde kalabilir bir sermayedar.
Bugün haber alabildiğimiz, farklı sesleri duyabildiğimiz birkaç gazete, televizyon ve bunlardan biraz daha fazla haber sitesi var. Krizin derinleşmesiyle birlikte hepsinde ortak dert bu maliyetlerle nasıl ayakta kalabilecekleri.
Medyanın geleneksel iki gelir modeli var: Reklam ve satış/abonelik. Bugünkü koşullarda reklamveren de hem ekonomik hem de siyasi olarak baskı altında. Üstelik reklama dayalı modelin, gazetecilik açısından, bugüne dek çok kez deneyimlenmiş ciddi sakıncaları var.
O zaman okuyucusundan destek alsın. Peki, hangimiz haber okumak/izlemek ya da iyi bir analiz için bütçemizden para ayırıyoruz. Ayıranlarımız hangilerini seçiyor, hangilerini dışarıda bırakıyor? Her gün en azından bir gazete alıyor musunuz? Rakamlar almadığımızı söylüyor, çoğu bayilere ulaşmıyor bile. Online abone olup bir gazeteye ayda 30-40 lira verebilirsiniz, hatta umarım veriyorsunuzdur. Yanı sıra belki yolsuzlukları cesaretle ortaya çıkaran, söylenmeyenleri söyleyen bir gazeteciye destek olmak istiyorsunuz. Yasalar kısıtlayıcı, gönlünüzden ne koparsa gönderemiyorsunuz, belirli platformları kullanmak gerekiyor. Genelde en düşüğü beş dolardan başlıyor. 2019’da ayda 27 lira ödüyordunuz, 2020’de 35 liraya çıktı, şu anda 70 lira. Daha bunun dizi, film, müzik platformları var, maçlar var…
Siz yine de elinizden geldiğince destek olun lütfen; bu hesap medyanın hangi koşullarda ayakta kalmaya çalıştığını göstermek için. Yakın zamanda duyduğum bir örnek, kimi ülkelerde, devletlerin pandemi döneminde vatandaşlarına yaptığı nakdi yardımlar bağımsız medyanın gelirini artırmış. Ne güzel bir direniş ve dayanışma yolu. Sakıncalarını da eklemek lazım. Desteklediğiniz bir medyada hoşunuza gitmeyen haberler yayınlandığında desteğinizi keser misiniz? Tamamen okuyucu tarafından fonlanan medyada böyle bir risk var. Okuyucu her zaman demokrat olmayabiliyor ya da editörler destekçilerini memnun etmek için otosansüre yönelebiliyor.
Son dönemde öne çıkan bir üçüncü gelir modeli ise fonlar; yukarıda sayılan riskler nedeniyle çoğunlukla uluslararası fonlar. Fon alabilmek için, başvuruda fonun nereye, nasıl harcanacağının projelendirmesi ve sonunda da kanıtlanması gerekiyor. Fonlar genelde hak haberciliği, yurt haberciliği gibi kamu yararı gözeten projelere veriliyor. Bir süredir hükümetin hedefinde bu fonlar var. Fon alanın bunu okuyucusuna duyurması önemli bir sorumluluk, fakat zaten tümü, vakıf ve dernekler gibi tüzel kişilikler yoluyla olduğu için, devlet tarafından denetleniyor. 2004 yılında yürürlüğe giren Dernekler Kanunu’na göre (vakıflar için de geçerli) “Dernekler mülki idare amirliğine önceden bildirimde bulunmak şartıyla yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi yardım alabilirler. Bildirimin şekli ve içeriği yönetmelikle düzenlenir. Nakdi yardımların banka aracılığıyla alınması zorunludur.” Yani ortada gizli saklı bir durum yok, devlet her şeyden haberdar. Buna rağmen Cuma günü, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü, Chrest Vakfı’ndan destek alan derneklerden bazılarının isimlerini yayınlayıp (üstelik liste bizzat vakfın web sitesinden alarak) yapılan denetimde “mevzuata aykırı hareket edildiği, öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmediği, vergi kanununda belirtilen esas ve usullere uyulmadığı” tespitini durduk yere kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı duyuyor. Hangi vakıf ne tür bir usulsüzlük yapmış belli değil. Üstelik iktidara yakın derneklerin hepsi “kamu yararına dernek” statüsüne geçirildiği için neredeyse tüm vergi yükümlülüklerinden muaf tutuluyor.
Ayrıca açıklamanın sonunda belirtildiği üzere, bakanlığın doğrudan ceza verme yetkisi yok ancak cumhuriyet savcılıklarına, idari birimlere başvurabilir yani suçlu olup olmadıklarına ancak yargılama, idari soruşturma sonucunda karar verilir. Oysa bakanlık suçlu olduklarına çoktan kanaat getirmiş, iktidar medyası da üstüne atlayıp “devlete ve millete düşman yayın organlarını” ifşa etmiş. Fon almak yasalara uygun olduğu halde (etik bulmayabilirsiniz o ayrı) fon alanlar “tetikçilikle” suçlanmış ve bir nevi casuslukla itham edilmiş.
İddianamesinde hiçbir delil bulunmayan, buna rağmen “siyasi ve askeri casuslukla” suçlanarak 1496 gündür cezaevinde tutulan Osman Kavala geçen haftaki duruşmada da tahliye edilmedi. Bildiğiniz üzere Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye aleyhine ihlal sürecini başlattı, şimdilik 19 Ocak’a dek cevap bekleniyor. Kavala son duruşma sonrası Deutsche Welle Türkçe’ye verdiği yanıtlardan birinde şöyle diyordu: “AİHM kararından sonra tutukluluğumu sürdürmek için bana yöneltilmiş casusluk suçlamasının çarpıcı özelliği, yasalardaki casusluk faaliyeti tanımına bağlı kalmadan kurgulanmış olması. Böyle olunca yasadaki casusluk suçuna uygun bir delil ortaya koyma zorunluluğu da ortadan kalkmış oluyor.”
Yasaya bağlı kalmadan birileri suçlandığında, hakkında ilgili-ilgisiz her şey delil gibi, müphem iddialar yıldızlı puntolarla kanıt gibi sunuluyor, avukatların haberi olmadan, çok yakın geçmişte olduğu gibi, doğrudan medyaya servis ediliyor. Ve bu yöntem, siyasi iklim gerildikçe iktidardan bağımsız medyanın ve sivil toplumun üzerinde belirsiz bir tehdit bulutu gibi çöküyor. Herkes ve her kurum hedef alınabilir halde. Kısacası konu fon tartışmasının çok ötesinde, konu hukuksuzluk.
‘NE SÖYLEDİ?’
Geçen hafta TBMM’de AKP grup toplantısı sonrası Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ayaküstü soru soran gazetecilere hekimlerin maaş ve emeklilik durumlarının iyileştirilmesine dair görüşüldüğünü, bütün siyasi partilerden destek istediklerini söylüyor. Cumhurbaşkanı arkadan yetişip, gazetecilere Bakan'ın ne söylediğini soruyor. Gazeteciler sanki espri yapılmışçasına kıkırdıyorlar. "Ne söyledi ya?" sorusu üzerine titrek cevaplar geliyor "Efendim hekimlerle ilgili...", "Efendim destek istediklerini söylediler..."
Erdoğan: "Hepsi bu kadar mı? Para, pul söylemedi mi?"
Gazeteciler: "Yok efendim, hiç söylemedi"
Bakan Koca: "Söyler miyim efendim, siz izin vermeden ben söyler miyim" (Herkes gülüyor ama Erdoğan gülmüyor)
En sonunda gazetecilerden biri cesaretini toplayıp detayları sorabiliyor. "Anlat!" komutunun ardından Koca açıklama yapıyor, gözlerini Erdoğan'dan hiç ayırmadan.
Erdoğan gazetecilere dönüp "Nasıl iyi mi?” diye soruyor, bir gazeteciden cılız bir cevap geliyor: "Efendim hekimleri mutlu edecektir herhalde".
Çoğunlukla Koca’nın esas duruştaki hali eleştirildi ama diğer taraftan gazetecilik açısından da utanç verici bir andı. Konu hakkında soru sorup, bakanın açıklamalarının detaylarını öğrenmek için çabalamak yerine, gazeteciler babasından, öğretmeninden azar işitmeye korkan çocuklar gibi bakana ve birbirlerine arka çıktılar. Bu medya, bu gazeteciler soru soramıyor ve bize hiçbir şey söyleyemiyor ama bu video bugünkü iklim hakkında çok şey söylüyor.
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53