‘Püf noktası’ meselesi

Fotoğraf: Evrensel (Arşiv)

Kirvem,

Son zamanlarda ülkemizin ekonomik sorunları gele gele, döne döne nihayet içinden çıkılmaz kulvarlara doğru hızla sürüklenirken, diğer yandan da bu yampiri gidişatın faturasını ödeyen vatandaşlarımızın kahir ekseriyetinin giderek taşan sabrı, ister istemez sokaklarda zılgıtlar eşliğinde çalınan tencere, tava seslerine karıştı…

Asker tayınını andıran bayat somunlara ya da “halk ekmek” kuyruklarında sabahın köründen itibaren doksan dokuzluk tespih teneleri gibi dizilip, yağmur altında güç bela satın aldıkları ekmeklerine katık etmek için bir baş kuru soğanı, iki haşlanmış yumurtayı bulmakta zorlanan “garip gureba”nın, bu baptaki feryatlarını duymayan “sağır sultanlar”ın, ne hikmetse keyifleri yerli yerinde…

Aslında yere düşen bir firketenin sesini rahatlıkla duyabilecek kertede kepçe kulaklara sahip oldukları halde, işlerine gelmeyen, şu veya bu minvaldeki olaylar karşısında resmen sağırlık numarasına yatmakla yetinmeyip, ayrıca pamuklarla iyice tıkayıp, böylece “üç maymunu” oynamayı kendi fıtratlarınca marifet belleyen bu muhterem zevatın vurdumduymazlığına bakılırsa;  anlaşılan o ki, zaten zıvanadan çıkmış memleketin bu hali, bundan böyle belki de  “Yandı gülüm keten helvası”na mı dönüşecek, işin bu faslı henüz tam anlamıyla belli değil…

Beri taraftan kimileri gavur ellerinde, kimileri de ülkemizin saymakla bitmez çeşitli üniversitelerinde hayli mürekkep yalayıp, tebeşir tozu yutarak özellikle ekonomi konularında elde ettikleri kariyerlerini, televizyon ekranlarından hemen her gece tıpkı “Uzayıp giden tren yolları” misali sürüp giden açık oturumlarda;  arada bir kendi aralarında didişerek, grekoromen stilinde bir nevi güreşip, ardından da memleketimizin tam da şu sıralar içine saplandığı bu meselelerden bir an önce kurtulmanın formüllerini birbirinin peşi sıra dizip, dolayısıyla kendilerince çare aramalarına rağmen, bu “sihirli“ formüllerin esamesi okunmuyorsa, o zaman bu işte, bu gidişte bir terslik yok mu acaba?

Bu ve benzer konularda halkımızın aklı maalesef fazlasıyla karışık, yani mesela, yani örneğin haktan, hukuktan yana asla taviz vermeyen yüce devletimizin şu an itibarıyla Anayasa’sında  “sözde” vatandaş tanımı yokken, nedense, ne hikmetse kimi yurttaşlarımız sudan bahanelerle, direkt veya dolaylı yollarla sözde damgasıyla yaftalanıp, dolayısıyla mahkeme kapılarında hesapça adaletin tecellisi adına tıpkı Osman Kavala örneğinde olduğu gibi yıllarca tutuklanıp süründürülürken, diğer taraftan da kimi vatandaşlarımız da, iktidarın değirmenine kovalarla, maşrapalarla, ibriklerle su taşıdıkları için “el bebek gül bebek” kadrolarında, “ makbul” yurttaş saflarında yerlerini alıp, bunun nimetlerinden fazlasıyla faydalandıkları için, yine milletçe İstesek de istemesek de, bu çifte standart yüzünden iki yakamız bir araya gelmedi, gelmiyor…

Tamam! Okey! Söze somunla, soğanla, yumurtayla başladıktan sonra, nihayet işin “püf noktası”nı oluşturan “adalet” kavramına, daha da doğrusu onun mütemmim cüzü olan “sosyal adalet” terazisine doğru kapı aralayıp, akabinde de sosyal adaletin tekleyip, tökezleyip, iflas bayrağını çektiği ülkelerde, eninde sonunda kıyametlerin koptuğunu divitleriyle satır satır yazan “katipler”, bunu, bu gerçeği ezelden beri dillendirdiklerine göre, demek ki ben özüm bu lafları ederken, belki de farkında olmadan sadece onların yalancısı mı kesildim, bilemiyorum Kirvem!

Evrensel'i Takip Et