06 Aralık 2021 04:22

Kiev laboratuvarından Old Trafford’a

Valeri Lobanovski ve Ben van Gelde

1975’te Kupa Galipleri Kupası yarı finalinde karşılaşan Dinamo Kiev’in hocası Valeri Lobanovski (solda) ve PSV’nin hocası Ben van Gelde (sağda). | Fotoğraf: Rob Mieremet / Anefo

Paylaş

2 Nisan 1975… Sovyetler Birliği A milli futbol takımı 200. uluslararası maçında Türkiye’yi ağırlıyor. Eğer Türkiye’nin Hocası Coşkun Özarı, iki hafta önceki Dinamo Kiev-Bursaspor maçını izlediyse karşısındaki 11’e aşina olmalı çünkü Sovyetlerin kadrosu tamamen Dinamo Kiev’li oyunculardan oluşuyor.

Takımın Yeni Hocası 35 yaşındaki Valeri Lobanovski… Bir yandan Dinamo Kiev’le ligin tozunu atarken diğer yandan Kupa Galipleri Kupası’nda şampiyonluğa koşuyor. Herkes Kiev’deki “laboratuvarıyla” konuşulan bu adamdan hikmetini milli takıma taşımasını bekliyor. O da “Tamam” diyor ama bir şartla: “Ekibimle gelirim.” Yani Dinamo Kiev’le!

***

2. Dünya Savaşı’nın ekonomik etkilerinin hafiflemesi, profesyonelliğin yaygınlaşması ve teknolojik gelişmelerle futbol, ’60’larla birlikte yeni bir ufuk kazandı. Tüm denklemleri yeniden kuran şey, bireysel atletik kapasitenin geçmişte hiç olmadığı kadar geliştirilebilmesiydi. Beslenme, antrenman metotları, zaman ve “doping” olarak da adlandırabileceğimiz ilaçlar… Taktiksel evrim farklı bir boyuta taşındı çünkü artık “pres” devredeydi. Hem hücumda hem savunmada sürekli hareket halinde olabilen yeni oyuncu kuşağı yepyeni bir futbolu mümkün kılıyordu. ’70’lerin başında Hollanda’da Rinus Michels’in öncülüğündeki “Total Futbol” ve aynı dönemde SSCB’de “Kiev Laboratuvarı” farklı kutuplarda, ortak noktaları bol devrimlere imza atıyordu.

Top rakipteyken pres, topa sahipken sürekli hareket, devinim, hızlı paslaşmalar ve alan hakimiyeti…  Hollanda’da Cruyff’un şahsında istisnai bir özel yeteneğin liderliği varken SSCB’de Lobanovski’nin generalliği tartışmasızdı. Lobanovski “Yıldızlardan oluşan bir takıma” değil “yıldız takıma” inanıyordu.* Bunun için teknik heyetin direktiflerine harfiyen uyulmalıydı.

***

Gusztav Sebes, 1950’lerde dünya futboluna damga vuran Macaristan Milli Takımının “sosyalist futbol” oynadığını iddia etmişti. Aslında Macarların altın takımı, 2. Dünya Savaşı sonrasının politik gelişmelerinden ziyade savaş öncesinin Tuna Ekolü’nün bir yansımasıydı. Lobanovski’nin takımı ise emeğin üretkenliğini üst seviyeye taşıyan, eskimiş teknik normları alaşağı eden, “sosyalist yarış” içinde maksimum verimlilik sağlayan “Stahanovcu” görünümüyle bu sıfata daha yakındı.

Lobanovski, Anatoli Zelentsov ile kurduğu laboratuvardan çıkan fikirlere uyum sağlamayan futbolcularla hep sorun yaşadı. Bu sorunlar SSCB’nin çöktüğü ’90’lardan sonra daha da büyüdü. ’90’ların Dinamo Kiev’i artık mafyanın takımıydı ama Lobanovski ile hâlâ Avrupalıları şaşırtan dinamiklikte futbol oynamayı başarıyordu. Her şeyiyle sosyalizmin bir ürünü olan, Tesisat Ustası, Madalyalı Matematikçi, Futbol Dehası Lobanovski, bu neslin takımın önüne kendini koyan “birey”leriyle anlaşamadı. 2002’de öldü, adı Kiev’in meşhur stadına verildi, heykeli dikildi. Ondan sonra Ukrayna futbolunda bayrağı devralan ise 1936’da kurulduğunda adını Stahanov’dan alan, maden diyarı Donbass’ın takımı Shakhtar Donetsk’ti.**

***

Valeri Lobanovski günümüz futbolunu şekillendiren en etkili akıllardan biri. Bunu, kulübün kimliğini yeniden tanımlaması göreviyle Manchester United’ın başına getirilen Ralf Rangnick’ten biliyoruz. Rangnick, başta “gegenpressing” olmak üzere günümüz saha içi konseptlerinin pek çoğuna damga vurmuş olabilir ama onun da ilhamını şubat 1983’te Alman altıncı lig takımı Viktoria Backnang’ı çalıştırırken hazırlık maçı için kasabaya gelen Lobanovski’den aldığı bir sır değil. Manchester’da formülleri “Kiev Laboratuvarları”na dayanan bir deney başladı. Ben, adı takım olmakla, gençlikle, dinamizmle eş anlamlı Rangnick felsefesinin, Cristiano Ronaldoculuğun hükümranlığındaki Old Trafford’da başarı şansını az görenlerdenim ama ne olursa olsun merakla takip edeceğiz.

* Bu aforizma, Lobanovski’nin Oleg Blokhin’in yeteneklerinden fazlasıyla istifade etmediği anlamına gelmiyor. Hatta bunun üzerine geliştirdiği beraberliğe dayalı sıkıcı “deplasman taktiği” çokça eleştiriliyor.

** Jonathan Wilson’ın Behind the Curtain: Football in Eastern Europe kitabı, İngilizce bilenler için Lobanovski tedrisatına başlamanın iyi bir yolu. Ancak daha dengeli değerlendirmeler için fazlası gerekiyor. Belki önümüzdeki hafta SSCB’deki Lobanovski eleştirileri üzerinden bu damarı deşeriz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa