Siyasetin ayakları yeniden yere değerken
Fotoğraf: DHA
İktidarın rızayı öncelemiyor oluşunun yönetememek anlamına gelmediği ve zora dayalı olarak onlarca yıl süren rejimlerin var olduğu gerçeği artık daha fazla dikkate alınıyor. En azından derinliği olan hiçbir analizin bu gerçeği atlamadığını söyleyebiliriz. İktidarın kur yükselişini tetikleyen ve yoksullaşmayı derinleştiren ekonomi politikalarının MGK bildirisiyle ‘milli ekonomi’ olarak kutsanması bu gerçekliğin bir teyidi oldu.
Parlamenter muhalefet cephesinin sokak ile provokasyon arasında kurduğu doğrudan ilişki de, iktidar cephesinde üretilen ve son olarak MGK bildirisiyle desteklenen bu korku iklimini besleyen cinstendi.
Sokağı bir tehdit alanı olarak göstermek üzere, yeni versiyonları ile gündemde tutulan Gezi davası ve otomatiğe bağlanan baskı politikalarının, sokağa çıkanları muhalefetin en diri unsurlarına doğru daraltıcı etki yaptığı yadsınamaz. Farklı iş kollarında kendisini gösteren inişli çıkışlı işçi mücadeleleri, her koşulda sokağı terk etmemekte direnen kadın mücadelesi ve pandemi boyunca sağlık emekçilerinin sağlam duruşları, değişim umudunun teslim alınamaması bakımından büyük değer taşıyor.
Artan kurlarla Türk lirasının değer kaybı, art arta derinleşen yoksulluk ve zam furyası, tencere tava eylemleriyle başlayan ve giderek sokağa doğru yayılan eylemleri gündeme getirdi. Birçok ilde gerçekleşen hükümetin istifasının istendiği bu eylemlerin sokak ile provokasyon ihtimali arasında kurulan korku barikatını göreli olarak da olsa gerilettiğini ve bunu sıkça dile getiren CHP’yi de etkilediğini görüyoruz.
CHP’nin Mersin mitingi bu gelişmenin bir ifadesiydi. Çok sayıda köylünün katıldığı kitlesel mitingde bir vatandaşın açtığı şu pankart da haberlere yansıdı: “Patates soğan, güle güle Erdoğan.”
Türkiye’yi faşist cunta altında bir sermaye düzenine mahkum eden 12 Eylül darbesinin etkisi, 1980’lerin ortalarından itibaren başlayan irili ufaklı grevler ve işçi direnişleriyle kırılırken, bunu 1989’daki kamu sözleşmeleriyle başlayan Bahar Eylemleri ile 1991’deki Zonguldak madencilerinin grevi izledi. İşçilerin Turgut Özal’a karşı attığı, “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganı böyle bir dönemin ürünüdür. 30 yıl sonra Mersin mitinginde taşınan bir pankartta ifade edilen “Patates soğan, güle güle Erdoğan.” sloganı da halkın mücadele tarihi ve deneyimleri içindeki moral değerler ve yaratıcılık bakımından bize bir şeyler söylüyor. İlk olarak birkaç yıl önce atılmış olan bu sloganın Erdoğan’ı epey kızdırdığını hatırlatalım.
Sermayeyi büyütürken, işçi ve emekçileri, çiftçileri her gün daha fazla yoksullaştıran ekonomi politikalarının ‘milli ekonomi’ söylemiyle ve sopa zoruyla kabul ettirme dayatmasına ancak ayakları yere değen politikalarla karşı koyulabilir.
Gazetemiz yazarlarından Prof. Dr. Ayşen Uysal’ın, arkadaşımız Serpil İlgün’e verdiği ve önceki günkü Evrensel’de yayımlanan söyleşideki şu vurguları bu açıdan çok önemliydi: “Şunu da söylemek istiyorum, öyle dönemler vardır ki, eylemler muhaliflerin ittifakından memnuniyetsizlerin ittifakına dönüşür. Gezi böyle bir eylemler dizisiydi örneğin. Dünyada da başka örnekleri var bunların. Türkiye’de de geçinemiyoruz eylemleri bu tür bir memnuniyetsizler ittifakını kurmaya çok elverişli eylemler.”
Sokakların özgürleşmesi de, sokaklarda korku ikliminin hüküm sürmesi, provokasyonların gerçekleşmesi, meydanların kitlesel ölümlerle sonuçlanan katliamlara sahne olması da sınıf mücadeleleri tarihi içinde bir anlam buluyor.
Örneğin, İsviçre’de oy verme hakkının getirilmesinden bu yana mesleki bir kategori lehine kabul edilen ilk oylamada (28 Kasım), hemşirelerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine halk yüzde 61 ile onay verdi. Kampanyanın yürütücülerinden İsviçre Hemşireler Derneğinin (SBK-ASI) Hukuk Sorumlusu Pierre-André Wagner, derneğin 20 yıllık parlamenter çalışmalarının başarısız olduktan sonra, son birkaç yıldır örgütlenme yöntemini değiştirdiğini belirterek şunları söylüyor: “ASI, uzun bir süre ‘elit’ ya da ‘tepeden aşağı’ yaklaşımı izledi. Fakat şu anda örgütlenme kavramına dayanan; üyelerimizin adına hareket etmeye değil, onların kendi taleplerini formüle etmelerini ve taleplerinin takipçi olmalarını desteklemeyi temel alan bir paradigma kayması yaşanıyor.”
Bu süreçte 1 milyona yakın bildiri ve 10 binlerce farklı materyal dağıtılmış. Yaklaşık 5 bin kişi yerel ve ulusal gazetelere hemşirelerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için mektuplar yazmış.
Her kazanımın bir mücadele hikayesi var. Toplumsal mücadeleler tarihi içinde sandık sadece bir sonuçtur.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00