07 Aralık 2021 04:50

Dış politikada ‘sıfır sorun’a dönüş mümkün mü? (1)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid Al Nahyan'ı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde resmi törenle karşıladı.

Fotoğraf: Ali Balıkçı/AA

Paylaş

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Fiili Lideri Abu Dabi Veliaht Prensi Nahyan’ı Ankara’ya davet etmesi ve iki ülke arasında ekonomik ve siyasi alanlarda iş birliğini öngören anlaşmaların imzalanması üzerinden “Komşularla sıfır sorun politikasına dönüş” tartışması sürdürülüyor. Gerçekten de Erdoğan iktidarının bir süredir bölgede (Ortadoğu ve Doğu Akdeniz) rekabet halinde olduğu ve gerilim yaşadığı rejimlerle ‘normalleşme’ yönünde adımlar atmaya çalıştığı görülüyor. Bu kapsamda S. Arabistan, Mısır ve İsrail ile de farklı düzeylerde siyasi görüşmeler yapılıyor.

Öyleyse uzatmadan soralım: Erdoğan iktidarı için ‘komşularla sıfır sorun’ politikasına dönüş mümkün mü?

Bu sorunun yanıtını vermek bakımından öncelikle ‘sıfır sorun’ politikasının hangi koşullarda gündeme getirilip nasıl uygulanmaya çalışıldığına dönüp bakmak gerekiyor.

Komşularla sıfır sorun politikası, Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ çalışmasında öne sürdüğü yeni Osmanlıcı tezlere dayanan bir politikaydı. Bu tezlere göre Türkiye, Osmanlı’nın mirasçısı olarak tarihsel ve kültürel bağlara sahip olduğu bölge ülkeleri üzerinde yeniden söz sahibi olmasını sağlayacak politikalar uygulamalıydı. Bush’un son ve Obama’nın başkanlığının ilk döneminde ABD emperyalizminin Türkiye’ye ‘bölgesel liderlik’ rolünü biçmesi, AKP-Erdoğan iktidarının ABD’nin taşeronluğu üzerinden yeni Osmanlıcı emellerin peşinde koştuğu ‘komşularla sıfır sorun’ politikasını uygulamasına uygun koşulları yaratmıştı. Bu dönem Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e “one minute” çıkışı gibi hamleler de AKP-Erdoğan iktidarının bölge ülkeleri üzerinde etkisini ve prestijini arttırırken Erdoğan, Gül ve Davutoğlu adeta ABD’nin büyükelçileri gibi bölge ülkeleri arasında mekik dokudular.

Ancak 2010 sonu ve 2011 başlarında Arap coğrafyasında patlak veren ayaklanmalar, sıfır sorun politikasının yerini bu ayaklanmaları rejim değişikliği için yapılacak müdahalelere yedekleme politikasına bıraktı. NATO’nun Libya’ya müdahale eden kuvvetlerinin komutasına ev sahipliği yapan AKP-Erdoğan iktidarı, Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunurken de ABD ve diğer batılı emperyalistlerin desteğini arkasına almıştı. Fakat bu müdahale politikasının beklenilenden/istenilenden farklı sonuçlar doğurması, AKP-Erdoğan iktidarı ile ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistler arasındaki makasın giderek açılmasına yol açtı. Esad rejiminin devrilmesi ve İran’ın kuşatılması hesabının ters tepmesi bir yana IŞİD’in güçlenmesi bölgedeki enerji kaynaklarının ve geçiş yollarının denetimi ve İsrail’in güvenliği bakımından yeni riskler oluşturdu.

ABD ve koalisyon güçleri 2014 sonlarından itibaren IŞİD ile mücadele stratejisi adı altında bölgedeki iş birlikçilerini yeniden dizayn etmeye ve bölgedeki pozisyonlarını korumaya yönelirken AKP-Erdoğan iktidarı, hem Esad rejimini devirme ve hem de Kürtlerin Rojava’da kurdukları özerk yönetimi ortadan kaldırma hedefi bakımından cihatçı gruplarla iş birliğini sürdürdü. ABD’nin yeni strateji kapsamında Kürtlerle iş birliğine yönelmesi, AKP-Erdoğan iktidarıyla giderek daha fazla karşı karşıya gelmesine yol açtı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu darbe girişiminin arkasında olmakla suçladığı batılı emperyalistlerle ilişkileri daha da bozulan Erdoğan iktidarı, çıkış yolu olarak Rusya ile iş birliğine yöneldi. Erdoğan iktidarı ile iş birliği, Rusya için hem ABD’nin bölgedeki planlarını bozmak ve hem de cihatçı çetelerin tasfiyesini kolaylaştırmak bakımından oldukça kullanışlıydı.

ABD ve Rusya arasındaki çelişkileri kullanma ve Rusya’ya yanaşma, Erdoğan iktidarına da belli bir hareket alanı yarattı.

 Bir yandan yapılan operasyonlarla Rojava’da Kürtlerin kazanımları sınırlandı ve öte yandan yapılan anlaşmalarla İdlib başta varlıklarını sürdürmesi sağlanan cihatçı gruplar üzerinden Suriye’deki pazarlıklara dahil olundu. Devamında Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda Batılı emperyalistler ve bölgesel müttefikleriyle rekabete girildi. Bu temelde Libya’daki egemenlik mücadelesinin taraflarından biri olan Ulusal Mutabakat Hükümetine SİHA’lar ve cihatçı militanlarla destek sağlandı.

Erdoğan iktidarının sadece Rusya değil, en önemli bölgesel müttefiki olan İran ile de belli oranda uzlaşma ve iş birliğine yönelmesi ve Doğu Akdeniz’de ‘mavi vatan’ stratejisi üzerinden yayılmacı emeller peşinde koşması, ABD ile birlikte başta körfezdeki Sünni Arap rejimler başta olmak üzere bölgedeki müttefiklerini de ciddi biçimde rahatsız etmişti. Bu nedenle de bu rejimler Libya başta bölgesel egemenlik mücadelesinin sürdüğü alanlarda Erdoğan iktidarı ile sık sık karşı karşıya gelip gerilimler yaşadılar.

Erdoğan iktidarı da tekelci burjuvazinin yayılmacı emelleri doğrultusunda attığı adımlarda karşı karşıya geldiği bu rejimleri aynı zamanda iç politikanın konusu haline getirip burjuva muhalefeti de yedekleyip baskılamanın bir aracına dönüştürmeye çalıştı.

BAE, 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü ve bölgede Türkiye karşıtı girişimlerin başı ilan edildi.

Erdoğan’la siyasi akrabalığı olan İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) baş düşmanı olan S. Arabistan, Türk mallarına boykot uygulayarak ekonomimizi batırmaya çalışıyordu.

Mısır’da İhvancı (Müslüman Kardeşler) Mursi’yi devirdiği için Erdoğan’ın “Asla görüşmem” dediği Sisi, ‘mavi vatan’ stratejisinin de baş düşmanıydı.

Erdoğan’ın işine geldiği zaman iç politikanın da konusu yaptığı Filistin meselesi üzerinden “terör devleti” ilan ettiği İsrail, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Fransa ile iş birliği yaparak düşmanlığını gösteriyordu.

Zaten ABD ve Fransa sadece Suriye’de Kürtleri desteklemekle kalmıyor, Doğu Akdeniz’de Erdoğan iktidarının karşısında olan bu güçlerin de yanında yer alıyorlardı.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü yaşanan gelişmeler ve atılan adımlar nedeniyle daha önce emperyalistler arasındaki çelişkileri kullanarak atabildiği kimi adımlar üzerinden kendini bölgede “Oyun kurucu güç” ilan eden Erdoğan iktidarı, giderek sıkışmaya başladı.

Çünkü ABD emperyalizmi (Trump), önce Filistin sorununu İsrail ve körfezdeki Arap rejimleri arasında bir engel olmaktan çıkarmak üzere adına “Yüzyılın Anlaşması” denilen bir teslimiyet planını ilan etti. Ardından İbrahim/Abraham Anlaşmaları üzerinden Arap rejimler ile İsrail arasında iş birliği geliştirildi.

Sonra Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Ürdün, İtalya ve Fransa’nın katılımı ve ABD’nin desteğiyle Doğu Akdeniz Gaz Forumu” kuruldu. Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın yanı sıra ABD, Fransa, İtalya ve İngiltere’nin katıldığı tatbikatlar yapıldı.

Yetmedi NATO ve Rusya arasındaki gerilime de bağlı olarak Ukrayna ve Kırım sorununda alınan tutum ve Karadeniz’deki emeller (Kanal İstanbul) nedeniyle Erdoğan iktidarı Rusya ile de karşı karşıya gelmeye başladı.

İşte “komşularla sıfır sorun” politikasına dönüş tartışmasına konu olan adımlar da bu gelişmelerin ve yaşanan sıkışmışlığın ardından gelmeye başladı.

Erdoğan’ın “Böyle biriyle asla görüşmem” dediği Mısır Lideri Sisi’ye heyetler gönderilmeye başlandı.

Erdoğan, bir Kadir gecesi S. Arabistan Kralı Selman’ı arayıp tebriklerini iletti.

Yine “ramazan tebrikleri” için açılan telefonun ardından BAE’nin Fiili Lideri Muhammed bin Zaid el-Nahyan Türkiye’ye davet edildi ve bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gelip Erdoğan’la anlaşmalar imzaladı.

Şimdi de Erdoğan, zaten 2016’da ‘normalleşme anlaşması’ imzaladığı İsrail için de BAE ile atılan adımların benzeri adımların atılacağını söylüyor.

Ancak sıkıştıkça attığı bu adımlar Erdoğan iktidarının “Oyun kurucu güç” iddiasının yerini emperyalistlere daha fazla teslimiyete bıraktığını göstermekle kalmıyor; aynı zamanda dış politikada ‘sıfır sorun’ bir tarafa daha çatışmalı ve sorunlu bir noktaya doğru da sürüklüyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa