Türkiye’nin Çin'i ve Çinleşme stratejisi!
Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA
Cumhurbaşkanı Erdoğan son günlerde ekonomideki kötü gidişatı ve döviz kurlarındaki tırmanışı bir fırsata çevireceklerini söyleyerek Çin modelini örnek gösteriyor. Erdoğan, Çin’i örnek gösterirken aslında bu modelde işçi-emekçilerin payına ne düşeceğini de açıkça ortaya koyuyor: “Üretimle yabancı yatırımcıların dikkatini çekeceğiz. Çin böyle büyümüş. Biz onlardan daha avantajlıyız. Biz pazara daha yakınız (…)1970’lerin Almanya’sında mülteci nüfus var. Genç nüfus ve mültecileri çalıştırarak işgücünü sağlıyorlar. Çin ise genç nüfus, sanayi ve üretimle büyüdü. Biz de faizle değil, genç nüfusla, üretimle büyüme sağlamalıyız.”
Demek ki Erdoğan Çin modeli derken, genç nüfus ve mültecileri çalıştırarak üretimle büyümekten söz ediyor.
Pek çok iktisatçı Çin’deki devlet yapısından kamu hizmet ve desteğinin (devletin eğitim, sağlık, konut, gıda vd. konularında sağladığı destek) düşük ücreti mümkün kılmasına kadar farklı noktalardan Türkiye’de Çin modelinin uygulanmasının mümkün olmayacağına dair analiz ve değerlendirmeler yapıyor.
Çin modelinin Türkiye’de uygulanıp uygulanamayacağı tartışması bir tarafa, acaba Erdoğan bu modeli gündeme getirirken bu ülkenin işçi-emekçilerine, milyonlarca işsiz ve yoksuluna ne vaat ediyor?
Bu sorunun yanıtını vermek bakımından elimizde azımsanmayacak veriler bulunuyor. Çünkü Türkiye’de ekonomide Çinleşme/Çinleştirme tartışması sanıldığının aksine yeni bir tartışma değil. Bu model yaklaşık on yıl önce yine AKP-Erdoğan iktidarı tarafından ama bu kez sadece bölge/Kürt kentlerinin “Çinleştirilmesi” üzerinden gündeme getirilmişti. 2012’de dönemin Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan bu konuda şöyle diyordu: “Yerel asgari ücret uygulamasına geçerek Bölge Türkiye’nin Çin’i yapılabilir ve özellikle emek yoğun sektörler Bölge’ye kaydırılarak hem işsizliği azaltıp hem rekabet gücümüzü arttırabiliriz.”
Çağlayan, ‘yerel asgari ücret’ uygulamasına geçilmesini istiyor; işsizliğin yoğun olduğu Kürt kentlerinde asgari ücretin düşük belirlenmesiyle bölgenin yatırımlar için cazip hale getirileceğini söylüyordu.
Çağlayan’ın dün bölge kentleri için gündeme getirdiği ucuz işgücü üzerinden rekabet gücünün arttırılması politikasını bugün Erdoğan bütün ülkede uygulamak istiyor.
Yerel/bölgesel asgari ücret, Çağlayan’ın söz konusu ettiği dönemde resmen uygulanamasa da bölge kentlerinde fiilen uygulandı. Bölgede yeni açılan işletmelerin çoğunda işçiler asgari ücretin çok altında ve güvencesiz olarak çalıştırıldı.
O dönem hazırlanan teşvik yasasıyla gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta priminin devlet tarafından ödenmesi, yatırım yeri tahsisi, işletmelere alınacak makinelerde KDV muafiyeti gibi desteklerin sağlanmasıyla özellikle emek yoğun sektörler olarak tanımlanan tekstil, petro-kimya, mermer-çimento gibi sektörlerdeki işletmelerin bir kısmının bölge kentlerine yönelmesi sağlandı. Patronlara sağlanan bu teşviklerden işçilerin payına düşen ise, ucuz ve güvencesiz çalışma, yani yoğun emek sömürüsü oldu.
Evrensel gazetesinde 2011-2012’de çıkan haberler, o dönem bölgedeki işçilerin çalışma koşullarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu (2011’de asgari ücret 658 ve 2012’de 701 liraydı): “Günde 11 saat çalışıyoruz. Ayda 400 TL alıyoruz. Sigorta desen, yok. Hakkımızı isteyince patron ‘işine gelmiyorsa çalışma’ diyor” (Urfa). “İnsan olduğumuzu unuttuk. Kendimize zaman ayırmak istiyoruz. İşyerinde tek vardiya ve günde 16 saat çalışılıyor. Mesai farkı falan ödenmiyor ve alınan ücret asgari ücret. Onun da 100 lirasını geri veriyoruz.” (Adıyaman) “İşe girişte ‘sendikayla ilişkisi yoktur’ ibareli bir belge imzalatılıyor. Fazla mesai ücreti ödenmiyor, bunu yerine uygun zamanda izin kullandırıyorlar.” (K.Maraş) “23 yıldır çalışan ve 4 makineye birden bakan bir tekstil işçisiyim ama aldığım asgari ücret. Bu sürede hem bizim patronumuz hem de Başpınar’daki işverenler servetlerini 100’e katlamıştır ama ben hâlâ kirada oturuyorum.” (G.Antep) “Günde 10-12 saat 300-500 liraya çalışıyoruz. Sigortamız yok, üstelik ücretler de zamanında ödenmiyor. (Batman)”
Başka bir tartışmanın konusu olmakla birlikte AKP-Erdoğan iktidarının o dönem bölge kentlerinde uyguladığı özel teşviklerle entegrasyonist Kürt burjuvazisini güçlendirmek ve böylece Kürt sorununun çözümünde inisiyatifi eline almak istediğini de not etmeden geçmeyelim.
Sonuç olarak, Çağlayan’ın bölgeyi Türkiye’nin Çin’i yapmaktan söz ettiği dönemden bugüne bölge kentlerinde ağırlıklı olarak tekstil olmak üzere emek yoğun sektörlerde binlerce işletme kuruldu ve bu işletmelerde yüz binlerce işçi çalışıyor.
Bu “Çinleştirme” politikasının en tipik örneklerinden biri de Batman’da uygulandı/uygulanıyor. 2012 yılında tekstil sektöründe 650 işçisi bulunan Batman’da bugün bu sayı 30 bini geçiyor. Batman gibi ağırlıklı olarak tekstil-giyim, gıda, kimya petrol plastik, taş ve toprağa dayalı sektörler olmak üzere yaklaşık 50 bin organize sanayi işçisinin bulunduğu Urfa da dikkat çekiyor. Son birkaç yılda yaklaşık 6 bin tekstil işçisinin işe başladığı ve kısa sürede bu rakamın 15 bini bulması beklenen Van yine dikkat çeken kentlerden biri.
Ama gel gör ki, binlerce işçinin çalışması da Batman, Urfa ve Van’ın Türkiye’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) en düşük olduğu on il arasında (TÜİK 2019 verileri) bulunması gerçeğini değiştirmiyor-ki, son 10’un tamamı Kürt illerinden (sırasıyla Ağrı, Van, Şanlıurfa, Bitlis, Siirt, Muş, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Bingöl) oluşuyor. Çünkü “Çinleştirme”den düşük ücretli ve güvencesiz olarak çalıştırılan işçilerin payına yoksulluk düşerken buraya yatırım yapan patronlar kârlarına kâr katıyor.
Erdoğan’ın “Çinleştirme” stratejisinin hedeflerini anlayabilmek bakımından gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli nokta da şudur: Bölge kentlerinin sermaye yatırımları için cazip kılınmasında resmen kaldırılmış olsa da OHAL’in bu kentlerde fiilen sürdürülmesi belirleyici bir rol oynamıştı ve oynamaya da devam ediyor.
Çünkü Kürt sorununu baskı ve şiddet politikalarıyla çözme anlayışının bir devamı olarak fiilen sürdürülen OHAL uygulamaları, işçilerin örgütlenmesini ve her türlü hak eylemini yasaklayarak patronlar için adeta dikensiz bir gül bahçesi yaratıyor. Bu politikanın son örneklerinden biri de geçtiğimiz günlerde Urfa’da Uğur Tekstil işçilerinin sendikalaştıkları için işten atılmalarında ve işe dönmek için fabrika önünde eylem yapmalarının dahi yasaklanmasında gördük. Yine sendikalaştığı için işten atılan bir Özak Tekstil işçisinin söyledikleri aslında durumu çarpıcı biçimde özetliyor: “Urfa valisine gittiğimizde, ‘Siz sendika ile uğraşıyorsanız sizi işe aldıramam’ dedi.”
Sendikalaşmak anayasal bir hak ama devletin valisi, işçilere açık açık sendikalaştıkları için onları işe aldırmayacağını söylüyor!
Tam bu noktada 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan’ın 2017’de sermaye örgütlerinin temsilcileriyle yaptığı toplantıda OHAL konusunda söylediklerini hatırlatmak gerekiyor: “Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.”
Buraya kadar söylenenler Erdoğan’ın Çin modeli olarak tanımladığı ekonomi politikasının iki temel dayanağı olduğunu/olacağını gösteriyor: Birincisi ucuz ve özellikle mülteciler üzerinden de güvencesiz iş gücü ve ikincisi de faşist bir rejim inşa etme yöneliminin bir devamı olarak işçi ve emekçilerin örgütlenmelerinin ve her türlü hak arayışının baskı ve şiddetle bastırılması.
Çinleştirme stratejisinin özeti, düşük ücret ile sömürünün ve yoksulluğun derinleştirilmesi ve bu politikaya karşı işçi-emekçilerin olası direnişlerin önüne baskı ve yasak duvarlarının dikilmesidir.
İşçi sınıfı ve emekçi halk güçlerinin işlerini ve ekmeklerini savunabilmelerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle böylesine iç içe geçtiği bir süreçte kendilerine daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk ve faşist baskılardan başka bir şey vaat etmeyen bu rejimin saldırılarını püskürtebilmeleri her şeyden önce güç ve mücadelelerini birleştirmelerinden geçiyor.
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45