11 Aralık 2021 04:31

Asgari ücret komedisi

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Emekçilerin yaklaşık yarısı asgari ücretle çalışıyor, bu konu üzerinde işveren de, siyasi erk de istedikleri gibi oyun kurabilmektedir. Bunun sebebi, asgari ücretlilerin sayıca fazlalığının sermayeye karşı bir kalkışı gündeme taşıyabilir düşüncesinin aksine, bir yandan yüksek oranda işsizlik, diğer yandan da iş sahibi emekçilerin örgütsüzlüğü ve örgütlerin işçi haklarını korumadan çok, sömürüyü sürdürülebilir düzeyde tutma çabalarıdır. Bu durum, işçi, patron ve devlet arasında ilginç bir denge oluşturmaktadır. Bundan dolayıdır ki, asgari ücret zamları, isminden de anlaşılacağı üzere, boğaz tokluğu zamlarından ibaret kalmaktadır.

İşin komedi safhası da işte tam bu noktadan başlamaktadır. Emekçiler, emekleriyle üretmiyorlar mı? Bu sorunun yanıtı “evet” ise, alınan para, hak ediştir, ya da “emeğin karşılığı” olmalıdır. “Asgari” sözcüğü ile “ücret” sözcüğü yan yana getirilerek, adeta emek karşılığı ücret bir tür sosyal yardıma dönüştürülerek, veren ne verirse, alanın da binbir şükürle bununla yetinmesi algılaması oluşturulmaktadır. Diğer bir deyişle, adeta, asgari ücret, maddi sermayede olduğu gibi, gelecek dönemde sermayeyi yenileyebilmeye yeterli “amortisman” karşılığı benzeri duruma indirgenmeye çalışılmaktadır. Bu da şu demektir ki, emekçinin işe devam edebilmesi için sadece biyolojik olarak asgari düzeyde beslenmesi için, o da beslenebilirse ve diğer tüm ihtiyaçları dikkate alınmadan saptanan miktar yeterlidir. Bu mantığın değişmesi, bunun için de emekçilerin bu konuda fevkalade bilinçli olması gerekir. Bilindiği gibi, emek de adeta sermaye olarak algılanmakta ve maddi sermaye karşıtı olarak beşeri sermaye kavramı kullanılmaktadır. Kavramlar, algılama oluşturmada çok önemlidir.  

Asgari ücret kapitalist sistemde sermaye yanlı bir kavramdır. Eğer emekci üretiyor ve verimliliği de makul düzeyde seyrediyorsa, neden aynen sermaye ve müteşebbis gibi üretimden hak edişini almasın da, bir tür anlamsız pazarlıkla sermaye lehine oluşturulan ve adına asgari ücret denen ölmeme parasına çalıştırılsın ki? 1800’ler ve 1900’ların ilk yarısında sanayileşmiş ülkelerde, özellikle de İngiltere’de püriten mantığı ile ölümüne çalıştırılan insanlar bir ekonomi yaratmışlardır, fakat yarattıkları değerlere birileri el koymuştur. Bu ülkelerde de verimliliğin oldukça yüksek olmasına rağmen, emekçiler hak ettikleri gelire kavuşmamışlardır.

Asgari ücret devletin sermaye ile emekçiler arasına girerek, emekçileri ezdirmediği görüntüsü altında, sermayeye yüksek kâr marjı sağlama politikasıdır. Ücretleri ezdirmeme görüntüsü devlet aygıtının sistemi meşrulaştırma görevi ile ilgilidir. Şöyle ki, asgari ücretin mantığında, piyasaya bırakıldığında çok daha düşük ücret alma durumunda olan emekçilere devletin koruduğu mantığı hakimdir. Böylece asgari ücret emekçiler nezdinde meşrulaştırılmış bir ücret sistemidir. Bu durumda, emek üzerindeki yoğun sömürünün sorumluluğu sermayeden devlete geçerek, emekçiler üzerindeki baskı şiddetlenmiş olmaktadır.

Yoğun işsizliğin ücret üzerinde baskı kurması sömürücü sermaye yanlı bir görüştür. Sosyal devlet mantığında, devletin emekçileri sermayeye ezdirmeme politikasının omurgasını, hak ediş ücreti ile işsizlik sigortası uygulamalarının farklı bir gelir kategorisi olarak ele alınması ve uygulaması oluşturur. Böylece, işsizliğin iş içindeki emeğin üzerindeki sömürücü baskısı kaldırılabilir. Ne var ki, sömürücü sermaye ile iş birliği içindeki devlet aygıtı, sosyal devlet mantığına değil, işsizliğin sömürüyü yükseltici politikalarına yönelerek, açıkça sermayenin sömürücü politikasına cevaz vermektedir.   

Bu durum, resmin diğer yanını, yani sermayeye aşırı kâr sağlama ve kişisel servet yığma alanı açma politikasını yansıtır. Bu cephede devletin özel sermaye birikimine katkı yapma işlevi gündeme gelir. Ancak, emekçilerden sermaye kesimine aktarılan sömürü bölümünün gerçekten sermaye birikimine gidip gitmeyeceği, veri ekonomik koşullarda, sermaye sahibinin kararına kalmıştır. Bu durum sosyoekonomik açıdan iki önemli hata barındırmaktadır. Birincisi, emeğin ürettiği bölümün kaderi üzerinde söz hakkının emekten alınıp, sermayeye aktarılmasıdır. Böylece demokratik olarak nitelenen kapitalist toplumlarda emekten yapılan hırsızlık salt ekonomik değer üzerinde olmamakta, aynı zamanda karar hakkı üzerinde de yaşanmaktadır. İkincisi ise, emekten kopartılan artık değer teorik olarak toplumun malıdır ve toplumsal yarar doğrultusunda kullanılmak durumundadır. Oysa, artık değere el koyan sermayedarlar bu değerleri istedikleri şekilde kullanmada serbesttirler. Böyle bir yapılanmada demokrasiden söz edilemez.

Emekçilerden çalınan değerlerin özel sermaye birikimine gitmesi durumunda yapılacak yatırım ve ihracat neticesinde elde edilen katma değerlerde de emek üzerinde yoğun sömürü yaşanır ve aynı süreç büyüyerek devam eder. Bu konunun çözümü ne sermayeden, ne de devletten beklenir. Bu sorunun çözümü emekçilerdedir. Emekçiler mücadelelerle haklarını elde etmek için iki önemli koşula ihtiyaç duyar. Birincisi örgütlülük, ikincisi ise güçlü ve doğru sınıf bilincinin oluşumudur.

Başka bir yazıda devam etmek üzere bu konularda burada şu kadarını söylemek gerekir ki, gerek sendikal anlamda, gerek siyasi parti anlamında örgütlülük, oluşturulan yapıya ve işleyişe bağlı olarak, emekçi ve demokrasi lehine olumlu olabileceği gibi, tam tersi, emekçi direnişini geriletici, ilerici güçleri köreltici sonuca yönelebilir. O nedenle örgütlülük yetmemekte, örgüte de güçlü bilinçle hakim olmak gerekmektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa