11 Aralık 2021 04:15

Bu Porto Rikolular size ne etti?

Görsel: Batı Yakası'nın Hikayesi filminin afişinden alınmıştır. 

Paylaş

Sinemaya dair gözlem ve tanıklıklarımdan bir tanesi de, bu sanat dalı içinde en az sevilen türün müzikal olduğu. Hollywood’da bir dönem oldukça görkemli hale gelmiş olsa da günümüzde pek de rağbet edilmeyen bir tür. Ama bütün bu gerçekler içinde bazı müzikallerin hem izleyenlerde hem de sinema tarihinde çok özel bir yeri vardır. İşte Arthur Laurents’in kitabından 1957 yılında sahneye, 1961’de ise beyaz perdeye uyarlanan “Batı Yakası’nın Hikayesi” bu filmlerin en önde geleni belki de.

1961’de Ernest Lehman’ın senaryosu Jerome Robbins ve Robert Wise’ın yönetmenliğinde çekilen film o yıl Oscar’da on dalda ödül kazanmayı başarmıştı. Filmi benzerlerinden ayıran şey, dönemin koşullarına göre oldukça ‘ileri’ sayılabilecek içeriğiydi kuşkusuz. Kabaca ‘çeteler arası mücadeleyi’ anlatıyor gibi görünse de ABD’de beyazlar ve ‘diğerleri’ arasındaki gerilimi ve açık sınıf farklarını merkezine alıyordu hikaye. İşte tam altmış yıl sonra Steven Spielberg bu filmi neredeyse aslına sadık kalarak bir kez daha çekti.

Cuma günü itibarıyla salonlardaki yerini alan filmin hikayesini bilmeyenler için kısa bir özet geçelim: New York’un batı yakasında, kentsel dönüşümün mahalleliyi yerinden yurdundan etmeye başladığı bir bölgede etnik farklılıkları yüzünden aralarında rekabet olan iki çetenin hikayesi gibi başlıyor film. Beyaz Amerikalı genç erkekler Jetler adını verdikleri bir çete etrafında bir araya gelirken, Porto Rikolu gençlerin çetesinin adı Köpek Balıkları’dır. Bu iki gurup arasında mahallenin sokak aralarında, basketbol sahalarındaki küçük atışmalara yerel polis de dahil olur zaman zaman. Polisin tavrının beyazlardan yana olduğunu belirtmemize gerek yok. Bu basit sokak çeteleri, hapisten çıkan Jetlerin Eski Lideri Tony’nin diğer Grubun Lideri Alvares’in kız kardeşi Maria’ya aşık olmasıyla daha da radikalleşir. Bir yandan kendi bölgelerini kontrol etme içgüdüsü, öte yandan erkeklik gösterileri derken işin içine kan girer.

Orijinal hikaye farklı dillere, renklere karşı tahammülsüzlüğün saçmalıklarını dans ve aşk fonunda anlatıyordu seyirciye. Müzikalin (1957) ve filmin hayata geçirildiği dönemde ABD beyazlarının siyahlara, İspanyol ve Karayip kökenlilere karşı ırkçı yaklaşımı düşünüldüğünde dönem için önemli bir metindi. Dönemin ırkçılık anlayışına göre bir adım öne çıkan bir yapımdı. Ama en nihayetinde Maria’yı Slav kökenli Amerika doğumlu bir beyaz kadın canlandırmış, Porto Rikoluların çoğu makyajla esmerleştirilmişti. Yeni yapımda İspanyol kökenleri olan, bu dili konuşan oyuncuların yer alması bile bir şeyler söylüyor olmalı. Tam da bu noktada bir hatırlatma yapalım. Spielberg, filmdeki İspanyolca konuşmaların alt yazı çevirisini istememiş. Seyircinin bilmediği bir dilin etrafında konuşuyor olmasından rahatsız olmaması gerektiğini anlatmak istemiş. Biz de filmi öyle izledik.

Ama değişmeyen şeyler de var tabii ki altmış yılda. Filmde biraz sonra anlatacağım kimi sıkıntılar olsa da Porto Rikolu gençlerin söylediği Amerika şarkısındaki gerçekler aynen duruyor. Bu şarkıda beyaz olmayanların maruz kaldığı ayrımcılık dile getiriliyor ve birçoğunun hiç değişmediğini görmek şaşırtmıyor nedense! Spielberg’in daha önce “Lincoln” ve “Münih” filmlerinde birlikte çalıştığı Senarist Tony Kushner, orijinaline göre biraz artırılmış diyaloglarla bu ayrımcılığa yönelik vurguyu kalınlaştırmaya çalışıyor. Hatta soylulaştırmanın benzer bir yoksulluğu paylaşan iki taraf için de kötü olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama ana metinden ve ilk filmden (ve sahne müzikalinden) fazla da kopmuyorlar.

Filmin sıkıntısı da burada ortaya çıkıyor kanımca. William Shakespeare’in Romeo ve Juliet’inin modern bir uyarlaması olan eserin içine biraz girince sıkıntılar baş gösteriyor. Eski bir çete lideri olan beyazlar beyazı Tony, bütün bunlara tövbe edip aşkın yolundan gitmek isterken istemeden yeniden suça çekiliyor. Bacısının namusunu(!)  korumak için gözü bir şey görmeyen esmer tenli Bernardo laf dinlemiyor. Tony başına gelenlerden sonra bir kez daha hayata tutunmak isterken Bernardo’nun sevgilisi bir başka esmer tenli Anita tarafından tuzağa düşürülüyor, tam sevgilisine kavuşacakken ne tesadüf ki yine bir esmer tenlinin kıskançlık ataklarına maruz kalıyor.

‘Namus’, ‘intikam’ ve ‘hırs’ gibi insanı kötülüğe sürükleyen her türlü maharet Porto Rikolu göçmenlere bahşedilince, beyaz çete mensupları macera, heyecan arayan bir grup genç olarak kalıyor haliyle. Hatta kendi gruplarındaki kadınların karşı koyuşunu şiddetle bastırdıktan sonra Anita’ya yönelik tecavüz girişiminden sonra fırça yiyince, yüzleri bile kızarıyor! Utanma duyguları da var.  Bu fırçanın ilk filmde Anita’yı canlandıran Rita Moreno’nun canlandırdığı Valentina adlı yaşlı kadından gelmiş olması ise parlak bir hoşluk.

Steven Spielberg yaşayan en büyük yönetmenlerden birisi. İki buçuk saat boyunca filmi size izletmeyi başarıyor. Ama ırkçı olmayan herkesin günlük hayatta daha ileride bir yerden etnik köken ayrımcılığını kavrayıp tartıştığı bir çağda artık eski bir hikaye olarak kalıyor “Batı Yakası’nın Hikayesi”.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa