Özalan’ın yumruğu, Şenyaşar’ın feryadı
Fotoğraf: DHA
Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump döneminde medya eleştirmenlerinin en çok tartıştığı konulardan biri politikacıların hiç utanmadan söyledikleri yalanların nasıl haberleştirileceğiydi. Yalan olduğu bilindiğinden, yaygınlaşmaması için görmezden mi gelinmeli yoksa üstüne gidilip ‘bu bilgiler yalandır’ diye etiketlemeli mi? Biden’ın zaferinden yaklaşık bir yıl sonra Trump Media & Technology Group (TMTG) adlı yeni bir medya şirketinin kurulduğu duyuruldu. Kasım ayında Truth Social adlı, (Trump’a göre aynı zamanda solcu) teknoloji devlerine rakip, yeni bir sosyal medyanın “müjdesi” verildi. Kasım ayı geçti henüz bir ses yok; ancak TMTG’nin 2026 yılına kadar 121 milyon para kazanılabilir kullanıcı ve 3,6 milyar dolar gelir getirmesi öngörülüyormuş. Şirketin başına Kongre’den emekli ancak daha önce hiç medya tecrübesi olmayan Devin Nunes getirilmiş. Daha ilginci, geniş bir teknoloji ekibi oluşturulmuş fakat yalnızca ilk isimleri ve soyadlarının baş harfi yazılmış, Josh A., Billy B. gibi… Kimse kim olduklarını, daha önce nerelerde çalıştıklarını bilmiyor.
Diğer taraftan gazeteciler de geçen dört yılın hasarını tamir etmeye çalışıyor. Aslında tam atlatıldığı da söylenemez çünkü Trump ve taraftarları 2020 seçimlerinin çalındığı “büyük yalanını” sürdürüyor. Geçen Şubat ayında Perry Bacon Jr., FiveThirtyEight’te bu dönemden çıkardığı dersleri yazmıştı: Siyahi toplumu daha fazla dinle, medya diyetini değiştir ve daha geniş perspektiften bakan akademik makalelere zaman ayır, kulis bilgilerine güvenme (Bacon Jr. burada Cumhuriyetçilerin de aslında Trump’tan rahatsız olduklarına ilişkin kulislerin ne kadar yanıltıcı olduğunu uzun uzun anlatıyor), iki tarafa söz vermeye dayalı sözde objektifliği / tarafsızlığı bir kenara bırak, iktidarın politikaları üzerinde etkili olabilecek insanları bul ve onların hikayelerini göz ardı etme, hiçbir şeye kesin gözle bakma ve belirsizliği kabullen, kimlikler ve onların mücadeleleri hakkında daha fazla bilgi edin, siyasetin değil hükümetin haberini yap (muhabirlerin siyaset alanına hakim olması beklenir elbette ama bunun bir at yarışına dönüşmesine izin verme).
Bunlar, haber alma ve vermenin görece daha özgür olduğu ABD için geçerli çözümler elbette, ancak geçen hafta Meclis’teki bütçe görüşmeleri, popülist strateji ve taktikler konusuna biraz daha kafa yorulması gerektiğini düşündürttü.
Erdoğan, geçen yaz, "Şu anda dünyanın değişik yerlerinde, Avrupa'nın en gelişmiş ülkeleri, Amerika da dâhil hepsi, şu Kovid'le ilgili aşı var ya, bu aşıyı ücretli yaptırıyor biliyor musunuz? Ücret alıyor ücret. İngiltere'de bugün, evet, 100 sterlin gibi bir rakamla aşı yapılıyor. Bizde böyle bir şey var mı? Bizde böyle bir şey yok" dediğinde bu nasıl haberleştirilmeli? Kolaydan başladık. Evrensel de dâhil, pek çok gazete, sosyal medyada kullanıcılar kısa sürede bu bilginin doğru olmadığını kanıtladı ve haberi bu çerçeveden verdi.
Peki, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Çarşamba akşamı Meclis kürsüsünden HDP’li vekillere dönüp üç kez (ses tellerini zorlarcasına) “Kürtler sizden nefret ediyor!” dediğinde; ya da Sezgin Baran Korkmaz’ın uçağının ihtiyaç nedeniyle kullanıldığı Bakanlık tarafından zaten açıklanmışken, buna dair sorulara “Yalan söylüyorsunuz sahtekârsınız” diye yanıt verdiğinde; ya da daha kötüsü Tahir Güven'in Mehmet Miraç Dinç tarafından öldürüldüğünü ve Dinç'in o sabah HDP Milletvekili Hüseyin Kaçmaz’ın evinde yakalandığını söylediğinde…
O sırada Meclis’te bulunan Kaçmaz, bunun gerçek olmadığını hemen orada açıkladı. En azından “yakalandığı” yere dair kanıtlanması son derece basit olan bu bilgi, daha Soylu’nun konuşması bitmeden iktidar medyası gazetecileri tarafından paylaşılmaya, haberleştirilmeye başlamıştı.
Bilgiyi doğrulamak işin kolay kısmı; ancak yalan olduğu bilindiği / kanıtlanabilir olduğu halde doğruymuş gibi haberleştirilmesinin ve yayılmasının önüne nasıl geçilecek? Esas sorun bu. Çok açık ki bu bir taktik hatta daha ötesi bir strateji, bu durumda siyasetçileri Allah’a mı, psikologlara mı, seçmene/okuyucuya/izleyiciye mi havale edeceğiz?
Geçen hafta KONDA'nın Civil Rights Defenders için yaptığı “Türkiye’de İnsan Hakları Algısı” araştırmasının sonuçları yayınlandı. Dikkate alınması gereken çok fazla veri var, ama ben, sonuçlardan şuna dikkatinizi çekmek istiyorum: “Türkiye’de her 100 kişiden 42’si herhangi bir nedenden dolayı ayrımcılığa uğradığını söylüyor.” Bu çok yüksek bir rakam. Ve insanlar en çok kadınların, yoksulların, Kürtlerin ve gençlerin haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Kimlerin hak ihlali yaptığı sorusunun cevabının başında siyasetçiler var, onu medya ve mahkemeler izliyor. AKP ve MHP seçmeni dahi siyasetçilerin hak ihlallerinin kaynağı olduğunu düşünüyor.
Toplumun büyük bir kısmı hak ihlallerinden haberdar, başına gelmediğini düşünse de başkalarının maruz kaldığı ihlalleri de görüyor. Sorumlu iktidarın inkârcı, provokatif tavırla ya da medya gücüyle bu algıyı değiştirme ihtimali yok, zaten öyle bir derdi de yok.
Meclis hiçbir zaman Lordlar Kamarası nezihliğinde olmadı. 19 Şubat 1968’de dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan kendisini eleştiren TİP Milletvekili Çetin Altan’a "Sen zaten vatan haini, Nazım Hikmet’i savunan adam değil misin?" demiş, Altan, “Nazım Hikmet, Türkiye’nin en büyük şairidir” cevabının ardından linç girişiminden ağır yaralı olarak kurtulmuştu.
Geçen hafta görünen şuydu: Çoğunlukla Sedat Peker’in iddiaları etrafında şekillenen siyasi hesaplaşma, güçlü olduğu için hesap vermeyeceğine inanan, Alpay Özalan’ın yumruğu sıkılı, gözleri nefrete bürünmüş fotoğrafıyla somutlaşan dar bir alana sıkıştı. Belki taktikleri iyi okumak, ezilenleri, sesi duyulmayanları daha fazla dinlemek, hesaplaşma alanını genişletmek gerek. Kılıçdaroğlu’nun Emine Şenyaşar’ı ziyaretindeki fotoğraf, Alpay Gözalan’ın ‘fedai’ öfkesinden çok daha gerçek ve çok daha etkili. Bir tarafta sorunun kaynağı haline gelmiş siyasetçiler, diğer tarafta onların sahte öfkesinin örtemediği, herkesin iliklerine kadar hissettiği adaletsizlik var.
Son bir not: ABD’de The Lead’ten yeni haberdar oldum. Gazetecilik öğrencilerinin yazılı, görsel haberlerini, podcast’lerini seçip, derleyip çarşambaları bir e-maille duyuruyorlar. Keşke burada da birileri genç gazetecilerin ürettiklerini değerlendirse…
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53