13 Aralık 2021 04:41

Lobanovski’nin mirası

Valeri Lobanovski

Fotoğraf: Billchik/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Paylaş

Sovyetler Birliği 1. Futbol Ligi’nde 1978 sezonuna girilirken enteresan bir karar alındı ve beraberliklere sınırlama getirildi. Yeni kurala göre takımlar bir sezonda en fazla sekiz beraberlik alabilirdi. Sekiz beraberlikten sonraki tüm eşitlikler mağlubiyet gibi kabul edilecek ve puanla ödüllendirilmeyecekti. Bu önlemin hedefi açıktı. 1977 şampiyonu Dinamo Kiev sezonu 30 maçta 14 galibiyet 15 beraberlikle tamamlamıştı. Galibiyete 2 puan verilen sistem, dünyanın her yerinde olduğu gibi SSCB’de de cesareti, hücum futbolunu sınırlıyordu. Galibiyetle beraberlik arasındaki fark bu kadar önemsizken Valeri Lobanovski gibi oyununu bilimsel formüller üzerine oturtan bir anlayışın temsilcisi için düşünecek fazla bir şey yoktu. O da deplasman taktiğini geliştirdi. Buna göre takım, Avrupa kupaları ve milli takım mesaisini (Lobanovski, milli takımı Dinamo Kiev ağırlıklı hale getirmişti) de düşünerek gücünü ekonomik kullanıyordu ve deplasmanlarda sahaya beraberlik için çıkıyordu. Ev sahibinin de şampiyonluk adayı karşısında beraberlikle yetinmekten mutlu olduğu koşullarda Dinamo Kiev maçları eziyete dönüyordu. Şehre şampiyonun geldiği haftalar maçlara ilgi gösterilmiyor, tribünler boş kalıyordu. Üstelik Lobanovski’nin taktikleri altında yetenekli oyuncuların kendini geliştiremediği iddia ediliyordu. Normalde ligin en iyi takımının böylesi yan etkileri olmasını beklemezsiniz ama netice buydu. Nihayetinde federasyon, SSCB tarihinin ilk Avrupa Kupası şampiyonuna karşı önlem almak zorunda kaldı.

Lobanovski’ye dair tepki çeken tek şey bu değildi. Dinamo Kiev’i milli takımın merkezi haline getirme stratejisi de eleştiriliyordu. Her şeyden önce ortada başarı yoktu. 1974 Dünya Kupası’na “Şili boykotu” nedeniyle gidilemediği için 1976 Olimpiyatları’na yıldızlarla dolu bir kadro götürülebilmiş, buna rağmen bronz madalyayla yetinilmişti. Takım, 1978 Dünya Kupası ve 1976-1980-1984 Avrupa Kupalarına katılım hakkını elde edememişti. Zafere yaklaşılan tek turnuva olan Euro 88’de de karşılarına Van Basten’in mucize golü çıkmıştı. Lobanovski’nin milli takıma gidilen yolda kendi kulübünü zoraki uğrak yerine dönüştürmesi özellikle Ukrayna’nın diğer takımlarında yetişmiş futbolcuların bir şekilde Dinamo Kiev’i hedeflemesine neden oluyor bu da diğer kulüplerin varlık nedenini “Dinamo’ya hizmete” indirgiyordu. Perestroyka politikalarıyla birlikte Sovyet futbolcuların yurt dışına transferine izin çıkınca bu sorun daha da büyüdü. Zavarov, Protasov, Lytovchenko gibi aynı yöntemle Dinamo Kiev’e kazandırılan isimlerin yurt dışına transferinden elde edilen gelirden onları yetiştiren kulüpler pay alamıyordu.

Lobanovski, SSCB’nin son yıllarında futbolu kendi kontrolündeki özerk bir yapının idare etmesi için girişimlerde bulundu. Ancak yukarıdaki örneklerin de ipuçlarını verdiği üzere Lobanovski ve onun katı bilimsel yaklaşımı kazanma odaklıydı. Bu da çoğu zaman kendi çıkarlarını genelin çıkarlarının önüne koymasına neden oluyordu. “Sosyalist bir ülkede spora yaklaşım böyle mi olmalıdır” sorusunun yanıtı açık bir şekilde “Hayır” bu yüzden Lobanovski’nin güdümündeki, “sporu sporcuların yönettiği” federasyon yapısının dertlere ne kadar derman olacağı şüpheli.

Tarihsel figürlerin tek yönlü “nostalji”si gerçeklerin, övgülerin ardında görünmez hale gelmesine neden olur; geçmişin doğru analizini imkansızlaştırır; “Nasıl olmalı” sorusu etrafında geliştirilebilecek senaryoları güdükleştirir. Bu bakımdan geçen hafta söz verdiğimiz üzere “Dünya futbolunu değiştiren Lobanovski”nin yanında bir de onun mirasının bu yanına değinmek gerekiyordu.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa