14 Aralık 2021 04:50

Biden’ın zirvesi ve emperyalizm çağında demokrasi!

Joe Biden kürsüde

Joe Biden | Fotoğraf: Adam Schultz/Beyaz Saray

Paylaş

ABD Başkanı Biden’ın davetiyle9-10 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen ‘Demokrasi Zirvesi’ ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Pandemi nedeniyle ‘çevrimiçi’ yapılan ve 110 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen zirve ile ilgili tartışma, davetlilerin neye göre belirlendiği üzerinden başlamıştı. Çünkü davetliler listesine bakıldığında belirleyici olanın “demokrasi” değil, ABD’nin küresel hedefleriyle uyumluluk derecesi olduğu görülüyor.

Haliyle böyle bir listede Çin ve Rusya’nın yanı sıra İran’ın da yer bulması mümkün görünmüyordu. Öte yandan mesela aslında aşıra sağ yönetim/otoriterlik bakımından aralarında fark bulunmayan Brezilya lideri Bolsonaro zirveye davet edilirken son dönemlerde Rusya ile yakınlaşan Macaristan’ın aşırı sağcı lideri Orban davet edilmemişti. Rusya ile ciddi bir gerilim yaşayan Ukrayna ve yine Rusya’ya karşı batılı emperyalistlerle yakınlaşmaya çalışan Ermenistan davetliyken Rusya’ya yakınlığı ile bilinen Belarus ve Azerbaycan listede yoktu. Irak “demokrasi kriterleri” bakımından oldukça tartışmalı bir pozisyonda olduğu halde ABD’nin bölge (Ortadoğu) politikası bakımından özel bir konumda bulunduğu için davetliler arasındaydı.

Kuşkusuz zirveye davet edilmeyen ülkeler/yönetimler arasında en dikkat çekici olanlarından biri de Türkiye’deki Erdoğan yönetimiydi. NATO üyesi Türkiye’nin zirveye davet edilmemesinin Rusya’dan alınan S-400’ler ve yine Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunlar konusunda bir mesaj anlamı taşıdığı açık. Dolayısıyla Erdoğan’ın zirveye davet edilmemesini, Biden yönetiminin demokrasi sorununu aradaki anlaşmazlıkların çözümü bakımından bir sopa olarak kullanmaya devam edeceğinin bir işareti olarak okumak gerekiyor.

Burada dikkat çekici bir diğer nokta, zirveye davet edilmeme karşısında Erdoğan iktidarının ve medyasının aldığı tutumdu.

Mesela Anadolu Ajansı (AA) zirve ile ilgili yaptığı değerlendirmede davetlilerin üçte birinin Freedom House’un “Dünya Özgürlük Raporu”na göre “demokratik” ülkeler olmadığına dikkat çekiyordu. Ancak AA, yine Freedom House’un 2020 raporuna göre, Türkiye’nin son on yılda Afrika ülkesi Mali’den sonra hak ve özgürlüklerin en fazla gerilediği 2’ci ülke olduğu gerçeğini nedense görmüyordu!

Zirveye davet edilmediği halde bu kez Erdoğan’dan da “Eyyy Biden”, “Eyyy Amerika” naralarını duyamadık. Çünkü Erdoğan sadece içeride güç kaybetmiyor; aynı zamanda bölgede de emperyalistler arasında giderek sıkıştığı için Biden yönetiminin kendisini demokratik olmayan bir yönetim olarak ilan etmesine bile yüksek perdeden itiraz edecek mecali bulunmuyor!

Peki, Biden yönetimi ‘Demokrasi Zirvesi’ ile neyi hedefliyor?

Biden’ın bu zirve üzerinden iki temel hedefi olduğunu söyleyebiliriz.

Birincisi, özellikle son seçimlerde Trump’ın yönetimi bırakmak istememesi ve Trump yanlılarının Kongre baskını sonrasında ABD’nin demokrasi konusunda yıpranan imajını düzeltmek istiyor. Başka bir deyişle Biden, yeniden ABD’nin “liberal demokrasinin kalesi” olduğunu göstermek istiyor! Ancak dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi ABD’de de emekçilerin biriken öfkesinin devrimci sınıf siyasetiyle buluşamadığı oranda ırkçılığı, aşırı sağı güçlendirdiği dikkate alındığında bu imaj yenileme hareketinin ne kadar işe yarayacağı da oldukça şüpheli-ki, ABD’de Trump bu kesimleri etrafında birleştirmeye devam ediyor.

Burada müdahaleler gerçekleştirdiği Ortadoğu ve darbeler peşinde koştuğu Latin Amerika başta olmak üzere ABD’nin demokrasi konusunda dünya halklarının büyük bölümü bakımından sicilinin oldukça bozuk olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Biden yönetiminin bu zirve üzerinden ikinci ve asıl hedefinin, “otoriter rejimler” olarak tanımladığı Çin ve Rusya’ya karşı iş birliğini sürdürdüğü ülkeleri/rejimleri birleştirmek ve yeni duruma (egemenlik mücadelesinin giderek keskinleşen koşullarına) hazır hale getirmek olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün koşullar Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde bir sosyalist blokun olduğu ve dolayısıyla egemenlik mücadelesinde safların oldukça net olduğu dönemden farklılıklar taşıyor. Ancak buna rağmen ABD, egemenlik mücadelesi sürdürdüğü Çin ve Rusya’yı “otoriter” rejimler ilan ederek ve kendi müttefiklerini “demokrasi güçleri” adı altında birleştirerek yeni bir saflaşma yaratmak istiyor.

ABD, Erdoğan yönetimi gibi kimi sorunlar yaşadığı iş birlikçilerini bu zirveye davet etmeyerek onlara da yeni ev ödevleri vermiş oluyor.

Burada bizler bakımından gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta şudur.

Emperyalizm çağında, yani tekellerin egemenliği altında demokrasi ve özgürlükler aslında tekelci yayılmacılığın önündeki bütün engellerin kaldırılması olarak anlam kazanmaktadır. Bu bakımdan ABD, AB, Çin ya da Rusya arasında özünde bir farklılık yoktur.

ABD, Irak halklarını Saddam diktatörlüğünden “kurtarırken” aslında kendi tekellerinin Ortadoğu’daki enerji kaynakları üzerindeki egemenliğini güvenceye alıyordu. Daha yakına gelirsek, bugün Suriye Kürtlerinin kendi geleceklerini belirleme mücadelesi karşısında ABD ve Rusya’nın takındığı tutumu belirleyen ‘ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’nı savunmaları değil, bu sorunun kendi bölge çıkarlarına hizmet edecek şekilde çözülmesidir.

Bütün emperyalist güçlerin dünyanın birçok bölgesinde baskıcı yönetimler, darbeler ve savaşlar karşısında aldıkları tutuma bakıldığında bu tutumun belirlenmesinde kendi tekellerinin çıkarlarının belirleyici olduğu görülecektir. Bu nedenle bir ülkede ya da bölgede darbe destecisi olarak karşımıza çıkan bir emperyalist güç başka bir ülke ya da bölgede darbelere karşı “demokrasi savunucusu” olarak çıkabilmektedir!

Sınıflı toplumlarda demokrasi egemen sınıfın demokrasisidir. Dolayısıyla emperyalist-kapitalist ülkelerin hepsinde demokrasi ve özgürlükler, burjuva sınıfın işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki egemenliğinin üstünü örtmenin, tekellerin egemenliğini meşrulaştırmanın aracı olarak işlev görür.

Uzağa gitmeye gerek yok. Erdoğan, “OHAL’le grevlere müsaade etmiyoruz” derken hangi sınıfın çıkarını savunuyordu? Küçük bir azınlığın -patronların- çıkarlarını savunmak için milyonlarca işçinin hakkını elinden alıyordu. Yani “demokrasi” küçük bir azınlık için işliyor ama bu ‘azınlık demokrasisi’ milyonlarca işçi-emekçi için bir baskı ve yasak rejimi olarak anlam kazanıyordu.

Toparlamak gerekirse; Biden yönetimi ‘demokrasi zirvesi’ üzerinden emperyalistler arasındaki egemenlik mücadelesinde yeni bir saflaşma yaratmak istiyor ve zirveye davet etmediği Erdoğan gibi iş birlikçilerine de bu saflaşmada daha açık bir tutum almalarını dayatıyor.

Bu zirveden Türkiye ve emperyalizme bağımlı diğer ülke işçi-emekçilerinin çıkarmaları gereken sonuç ise açıktır: Kendilerinin söz sahibi olacakları, küçük bir azınlığın sömürü ve egemenlik koşullarını ortadan kaldıracakları gerçek bir demokrasi için emperyalizme ve iş birlikçi kendi ülke gericiliklerine karşı mücadele etmek!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa