Bir ideoloji olarak toplumsal cinsiyet karşıtlığı

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Bu hafta Agnieszka Graff ve Elżbieta Korolczuk’un Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Siyaset ve Popülizm adlı çalışmasını aktarmaya ve değerlendirmeye devam edeceğim. Yazarlar bir ideolojik perspektif olarak toplumsal cinsiyet karşıtlığının üç unsuru olduğunu vurguluyorlar:
1-) Yalancı bilimsellik: Toplumsal cinsiyet karşıtlığının temelinde ilahiyat tezleri yatmakla beraber bu tezler sözüm ona bilimsel öğretiler eşliğinde kamuoyuna sunuluyor. Nöropsikoloji ve biyoloji gibi disiplinlere atıflarla toplumsal cinsiyet kavramının bilimsel olmadığı iddia ediliyor. Bu konuyu daha uzun bir şekilde ele almak istiyorum ancak yeri gelmişken altını çizmek isterim: Darwin’den beri biyolojiyle her karşılaştığında cin çarpmışa dönen muhafazakarlığın toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramları karşısında koşarak biyolojiye ve yoz bir sosyal Darwinizme sığınması nasıl bir sakilliktir!
2-) Kötümser ve anti-modernist bir Batı tarihi yorumu: Medeniyetin çöküşü on dokuzuncu yüzyıldan beri muhafazakarların temcit pilavına dönüşmüş durumda. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı bu temayı tevarüs ederken fena halde erken yirminci yüzyılın faşistlerini andırıyor. Böylece medeniyetin çöküşünün müsebbibi Marx, Engels, Freud, Frankfurt Okulu ve 1968’in gündeme getirdiği toplumsal cinsiyet meselesi. Doğu Avrupa ve Afrika ise bu kültürel dönüşümden korunduğu için şimdi yeni sömürgeci muhafazakarlığın -pardon- Batı’nın ve Hristiyan medeniyetinin kurtarıcısı olarak görülüyor.
3-) Güncel küresel güç dağılımının komplocu yorumu: Komploculuk da bilindiği üzere muhafazakarların ata sporlarından. Fransız Devrimi sırasında kesik aristokrat kellelerinin gözlerini kaşıklayan cadaloz fakirlerin karikatürleri hâlâ dimağlarda. Yalnız toplumsal cinsiyet karşıtı komploculuğun tıpkı biyoloji gibi emperyalizm eleştirisini de kendisine kılıç-kalkan haline getirdiği gözden kaçmamalı. Burada Nazilerin sosyalizmi gibi bir aldatmaca var. Kapitalizmden kaynaklanan güncel dertlerin sorumlusu olarak Amazon ve Google tarafından fonlanan Marksistler, radikal feministler ve “totaliter LGBTler” (kişisel favorim!) suçlanıyor.
Bu üç unsur temelinde yükselen toplumsal cinsiyet karşıtlığı kamuoyunu politik hiyerarşilerin doğal olduğuna inandırmaya çalışırken hiyerarşi fikrini sarsacak çoğulculuğu (eski tabirle eşitlik fikrini) kriminalize ediyor. Bunu da en net bir şekilde toplumsal cinsiyet karşıtlığının mülteci karşıtlığıyla iç içe geçtiği anlarda görüyoruz.
Graff ve Korolczuk toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaların bu ideolojinin basitçe sahneye konulmasından ibaret olmadığına dikkat çekiyorlar. Yazarların soldaki popülizm çalışmalarına hakim olan Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’tan ziyade (doktora çalışmalarımda da çokça faydalandığım) Ruth Wodak’ın temsil ettiği Viyana Okulu’na yönelmeleri yöntem açısından verimli bir alan açmış. Nitekim Laclau ve Mouffe’un aksine dilbilimci olan Wodak’ın söylem analizi popülizmi sadece biçimsel değil içerik açısından da hesaba katan bir yaklaşım. İçeriği önemsediğimizde toplumsal cinsiyet karşıtı fikirlerin, stratejilerin ve imajların sınırları aşarken nasıl yerele siyasete göre çeşitlendiğini takip ediyoruz. Bu çeşitlenme dünya kapitalizmindeki iş bölümünün üzerine oturuyor. Örneğin, Batı Avrupa’da toplumsal cinsiyet karşıtlığı eski aşırı sağcı, ırkçı hareketlerin güncellenmesine ve ana akımlaşmasına yardımcı olurken eski sosyalist ülkelerde Batı karşıtı bir milliyetçillik olarak ortaya çıkıyor. Ancak her iki durumda da toplumsal cinsiyet karşıtlığı neoliberalizmin yarattığı tahribattan kaynaklanan mağduriyet, kurbanlık duygularını seferber ediyor.
Haftaya devam edeceğim.
Evrensel'i Takip Et