17 Aralık 2021 04:16

Memlekette üniversite var mı? Devlet bürokrasisi veya devlet memuru?

Polisin kapıdaki yığınağı

Fotoğraf: Metin Taşkıran/Evrensel

Paylaş

Mayıstan bu yana altı ayı geçti. Uzun bir kurak yazdan sonra birkaç gündür yağmur yağıyor durmaksızın. Akşam, sabah, gün ortası uzun uzun yağmur yağıyor. Çukurova çok soğuk olmasa da ıslak havanın rutubeti işliyor insanın içine değin. Romatizmaları azıyor ihtiyarların, her yanları ağrımaya başlıyor. Yağmurun, karın etkisi bende daha farklı. Yağmurlu, karlı havaları severim ben, çay kahve içim zamanıdır tam da, damlara düşen damla sesleri gece boyu başka çağrışımlar yapar bende, düşen damlaları sayarım sanki; havayla, toprakla bir tür diyalog zamanıdır, her düşen damlayla sezgisel bir bağ kurarım.

İşin doğası güzel. J.J.Rousseau’nun ifade ettiği üzere Tanrı veya doğa saf, bir kastı yok en azından insana zarar vereyim mi diye. “Kötü” olan ne varsa doğaya söylenemez, insanın insana yaptığı ile ilgili. İnsan, fıtratı gereği saf ve güzel doğar. Bozucu olan insanın insana yaptığı.

Orman köyünde geçti çocukluğum. Yoksulluk olsa da odun sıkıntısı yoktur orman köylerinde. Yağmuru karı kışı sıcak ocak başlarında daha farklı yaşar. Şehirler ise bambaşka. İs kaplar yoksul mahalleleri. Elektrikler kesilir. Yoksullukla, dar gelirle birleşince bambaşka bir kaygı haline gelir kış. Bu güzel yağmur havalarının keyfini şehirler çıkaramaz.

Kırk senedir de, yetmiş senedir de çok iyi değildi ya yine de baharı yazı bir umuttu insanlar için. Sosyal hayatın mevsimleri doğanınki gibi değil. Hele de bu sene yağmur gibi yağmıyor maalesef zamlar. Döviz rüzgar gibi uçmuyor. Fakirin bütün kış soğuğu iliklerinde hissettiği gibi her an yoksullaştığımızı hissediyoruz. Dolar, avro bir yana, onlarla işimiz olmasın, benzin parası, dolmuş parası, ekmek parası her saniye çıldırmış, başka bir rekora koşuyor. Maaşlar yılın sonuna doğru zaten erirdi, artık yılın sonu başı yok, gün veya saat bile değil, her an eriyor ücretler, maaşlar, emekli aylıkları. Yumurta, süt, yoğurt, makarna, bulgur, mercimek, fasulye Anadolu’nun doğal aşı katığıdır, işsizleri bir yana bıraktım, devletin memuruna bile karın doyurmak “lüks” olmaya başladı.

Liberal kapitalizmin 1970’lere kadarki kısmında devlet böyle durumlarda rıza mekanizmaları üretmekle yükümlüydü, devleti ve kapitalizmi krize sokmayacak reçeteleri de üniversiteleri, okumuş yazmış bürokrasisi, hakimi savcısı üretirdi. Son 30-40 yıllık süreç “vahşileşmiş kapitalizm” evresi. Vahşet artıyor her geçen gün. Bunun bariz gösterenlerinden biri üniversitelerin hali. Her yıl üretilen on binlerce patentten, milyonlarca makaleden bir çare çıkmıyor insanlık için. Türkiye ise kapitalizmin bile taşeronlaşmış, tarikatlaşmış halini yaşıyor.

SAYILARI ARTARKEN ÜNİVERSİTEDEN GERİYE NE KALDI?

207 üniversitesi olmuş memleketin. Toplamda 25 milyon kadar öğrenci, 8 milyonu yükseköğretime kayıtlı. 20+3 üniversite araştırma üniversitesi ilan edilmiş. Bu sayısal büyüklükler niteliği kurtarmıyor, yaşananlara yönelik üniversite kurumsal kimliğiyle hiçbir bilimsel açıklama yapılmayınca, insan memleketin okulu üniversitesi var mı, okumuş yazmışı var mı, öğretmeni akademisyeni var mı, diye sormak zorunda kalıyor.  

Sayılar artıyor ama nitelik düşüyor. Eskiden “Mülkiye Türkiye” derlerdi, mülkiyenin önünde barınamıyoruz, geçinemiyoruz diyen öğrenciler sürükleniyor bugün.

Öğrenci hareketleri ayrı bir konu başlığı olur, eskiden bir akademisyen konuştuğunda “hoca” konuşurdu, şimdi hocasının kıymetiharbiyesi yok. Ne ülkenin harbiyesi, savaşma gücü kalmış, ne de hocasının üniversitesinin bir etkisi, kıymeti var.

Yağmur yağar gibi değil bambaşka şekilde yağıyor her tür beceriksizlik. Gramsci’nin, Althusser’in eleştirdiği okul, üniversite veya devletin ideolojik aygıt olabilmesi bile, artık ayrı bir boyuta geçmiş bulunuyor. Üniversitesinin fikir üretemediği, danışmanlık edemediği, görüş söyleyemediği yerde artık devletin ideolojik aygıtlığı da, fakiri razı etme kapasitesi de yıpranmış demektir.

Üniversite tükenmişse eldeki ideolojik araçlar da tükeniyor demektir. Gelecek de tükeniyor demektir. Üniversitenin tükenmesi sadece devletin tükenmesine değil toplumun da tükenmesine gösterge sayılır.

BÜROKRASİ YOKSA ÇÖKÜŞ YAKINDIR

Çöküşün, dağılmanın öncü teorisyenlerinden biri İbn Haldun sayılır. Haldun, yükseliş döneminin adamıdır kalem erbabı der, çöküş döneminde sayı ve etkileri azalır, modern dille orta sınıf veya ilmiyenin.

Erdoğan’ın ve İslamcıların çok sevdiği Kınalızade, Yunan eğitimle, bilimle, adaletle yükseldi, adalet halkı padişaha kul eder der, adalet yoksa kul da üretemez hale gelir, pek takmaz padişahı veya padişahı dinleyecek mecali kalmaz kulun da.

KAPİTALİZM BİZATİHİ DİSTOPYA, ÜTOPYA DEVRİMCİLİKLE İLGİLİ

Alain Touraine, 2005’lerde Fransa’da çok geniş katılım gören işçi ve emekli grevlerini, bunlar umudun değil umutsuzluğun gösterileri veya göstergesi diye yorumluyordu.

Kapitalizm doğayı da toplumu da kemirdi, yedi, bitirdi.

İnsanlık bir yerlere doğru geldi. Mevcut artık bu mevcutla gitmeyecek, bu açık. Kapitalizm insansız, toplumsuz bir evreye doğru evriliyor, insanlığı da devletleri de yiyor bitiriyor. Dünyada 5 büyük tech veya Türkiye’de 5 büyük taşeron, üç beş tarikat, çoluk çocuğu kadını erkeği memleketi yiyip bitiriyor.

Geliyor gelmekte olan zaten bir totoloji, her koşulda kendi kendini doğruluyor da gelenin ne olduğunu ancak bilinçli aktörleri, yani bizler belirlemek durumundayız. Gidiyor gitmekte olan ama gelen ve gelecek nedir? Praksise bilinçli olarak taraf olamazsak, devrimci olamazsak, giden de gelen de “kader” haline, daha büyük yoksulluk haline geliyor.

İşin daha vahimi, kriz ağırlaştıkça NATO’nun uşaklığına razı hale gelir memleket, elindeki kullanılacak tek kaynağı askeri olur.

Devrimcilik yoksa ütopya olmaz, geriye gelene gidene tabi olmak kalır. Bugün üniversitelerin de memleketin de en büyük çıkmazı bu sayılır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa