18 Aralık 2021 04:35

Siyaset kurnazlığı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2022'de uygulanacak asgari ücreti açıkladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2022'de uygulanacak asgari ücreti açıkladı. | Fotoğraf: Murat Kula/AA

Paylaş

Çaresizliğin çaresi aklın değil, kurnazlığın yoludur. Fiyatlar ve döviz kuru denetimden çıkmış olup, tutulamazken hem vatandaşlar, hem de siyasiler çare arayışı içinde savrulmaktadır. Vatandaşların derin borca batması, bir banka kredisiyle başka bankanın hesabını kapatmasına benzer şekilde, siyasiler de, devamlı bir su alan teknede bir deliği kapatmaya çalışırken, başka bir deliği açmaktadır. İşte, asgari ücret üzerindeki vergi meselesi ve hemen aynı gece bir dizi ürüne zam gelmesi, gerçekçi bir çözüm olmayıp kısmi telafi yaklaşımından başka bir şey değildir.

Önce, asgari ücret konusuna bakalım. Asgari ücret bizzat Cumhurbaşkanının açıklaması ve artışın yüzde 50 dolayında gerçekleşmesi, konunun hükümete değil de, AKP’ye mal edilmesinin amaçlandığını gösterir. İster erken ve baskın seçim diyelim, ister 2023 seçimine doğru olsun, tüm iyileştirmelerin AKP’ye mal edilmesi, çok sıkışık durumdaki AKP’nin sarıldığı tutamaçlardır. Öyle gözüküyor ki, gözünü karartmış olan AKP, seçime beraber gidiyor olmakla beraber, seçimden sonra MHP ile de bağlarını kopartmaya soyunmaktadır. Öyle ki, çöküş içinde olduğu görüntüsü yaygınlaşan bir parti, şu veya bu şekilde seçimi aldıktan sonra da tek parti haline gelme stratejisi izliyor görüntüsü vermektedir. Demek ki, kurtuluş savaşı olarak ilan edilen durum, ülkenin değil, AKP’nin imiş!

Bu durum gerçekleşebilir mi? Eğer döviz kuru denetlenebilir, yükselişi durdurulduktan sonra parite geriye döndürülebilirse, programın AKP’ye yol verme gücü olabilir. Peki, döviz kuru denetlenebilir, hatta geriye döndürülebilir mi? İşte bu çok zor. Bir kere, ABD Merkez Bankası, yani Fed para sıkıştırması yapacağını ifade etti. Bunun anlamı şu ki, dünyada dolaşan serseri para, özellikle de dolar hacmi eskisi kadar bol olmayacak. Azalan serseri paranın, Türkiye’de faizin düşürüldüğü aşamada ülkemize rağbet etmesi ne kadar olası olur, göreceğiz. Bu durumu aynı yönde güçlendirebilecek başka bir mesele de uluslararası alanda Türkiye’nin borç ödeme risk priminin (CDR) çok yüksek olmasıdır. Diğer bir deyişle, borç veren finans çevreleri güvenli bölge ararken, Türkiye derhal öne çıkmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, ülkeye döviz çekebilmek için yüksek risk priminin karşılanması gereği daima önümüze sürülmektedir. Döviz kuru hemen tüm fiyatları, hatta sanayi girdisi yoluyla ihracatı doğrudan etkilerken, kur değerleri ile ilgimizi kesemeyiz. O nedenledir ki, asgari ücretten ihracat potansiyeline dek her işlemde kuru gözetmek vazgeçilmez kuraldır. Hal böyle iken hükümetin isteği doğrultusunda Merkez Bankasının ısrarını anlamak zordur.

Hemen şunu belirteyim ki, devamlı sıcak para ile işleri yürütmek sağlıklı olmayıp, bir ülkenin asıl amacının üretim, istihdam ve ihracat olması gerektiği açıktır. Ne var ki, 19 yıl boyunca finans çevrelerinin ekmeğini yağla besleyip, hâlâ da beslemeye devam eden bir iktidarın, bir gece rüyasından uyanıp, önceleri Çin modeli, o tutmayınca da Türk modeli adı ile topluma dayattığı temelsiz bir uygulama, ülke ekonomisi ve halkının mahvı pahasına, partiyi kurtarma operasyonundan başka bir şey değildir. Hal böyle olunca, bir paket olması muhtemel stratejiler havuzunda ilk devreye giren asgari ücret, biraz yükseltilerek ve bu durum, tarihte ilk defa yakışıksız şekilde Cumhurbaşkanı tarafından sevgili emekçilerine(!) müjde olarak duyurulacaktı. Yutan yutsun!

Asgari ücret konuşulurken daima emeğin ana üretici olduğu kesinlikle gündeme taşınmamakta ve ücret üretimle ya da sömürü ilişkisi ile bağlantılanmadan, açlık veya yoksulluk sınırı ile ilişkilendirilmektedir. Bunun anlamı, emeğin büyük kısmının yoksulluk ve/veya açlık sınırına yakın tutularak, bu düzeyden biraz yükselişin refah yükselişi ya da hiç değilse rahatlama olarak algılanmasının sağlanmasıdır. Diğer bir deyişle, AKP ve yetkilileri, partinin bekası ve oy kaygısı ile emekçilere elma şekeri uzatırken, değneğin bir ucunda da yoksulluk ve açlığı tehdit olarak saklı tutmaktadır. Yanlış politikalarla savrulan ekonominin asıl üreticileri ve halkının büyük bölümü, siyasetçilerin çaresizce sığındığı kutsal ifadelerle farklı ve ilgisiz adreslere yönlendirilmektedir.

Hükümetin emekçilere ve halka dayattığı oyun, toplumsal yükü yaklaşık aynı kesim üzerine farklı şekil ve görüntüde yıkmaktır. Asgari ücret yükseltilip, bunun işverene de telafisi yoluna gidilip, bunun da ötesinde asgari ücret üzerindeki gelir vergisi ve damga resminin de kaldırılması yük merkezini aynı alanda, fakat farklı görüntü ve algılamada tutmaktan başka bir şey değildir. İşte, oynanan oyun budur. Kaybolan vergi gelirleri bir şekilde karşılanacaktır. En uygun ve makul yol, bu kaybın sermaye üzerine salınacak gelir ya da kurumlar vergisi ile karşılanmasıdır. Fakat bu durumda da sermaye karşıya alınmış olacaktır.

Peki, çözüm nedir? Birincisi, yükselen bütçe açığı enflasyona yol açarken, bu tufandan yine emekçiler ve emekliler gibi düşük gelir grupları zarar görecektir. Bilindiği üzere, enflasyon sabit ve dar gelirliler üzerinde piyasa mekanizması ile salınan bir tür vergidir. Vergi kaybının topluma yayıldığı ikinci yol da, yine piyasa sürecinde yaşanan kamu ürünlerine yapılacak zamdır. Bu zamlar da hem zamlanan ürün fiyatlarıyla, hem de bu ürünlerin girdi olarak kullanıldığı ürünlerde meydana gelen fiyat artışlarına yansıyacağından yine düşük ve dar gelirliler olumsuz etkilenecektir. Bu arada, yükselen emek maliyeti nedeniyle yaşanabilecek iş kaybının nasıl karşılanacağı da meçhul!

Düşük ve dar gelirlilerin, özellikle de emekçilerin üzerine yük yıkmanın farklı yollardan yapılmasının amacı ne olabilir? Amaç şudur: Hangi yoldan olursa olsun aynı kesimler mağdur olmakla beraber, bu kesimler kucaklarına atılan ateşin nereden geldiği konusundaki algılama farklılığına sürükleneceklerdir. Asgari ücret çok net olarak hükümet politikası olarak görülür ve bu konuda doğrudan hükümet ile sermaye iş birliği suçlanır. Fakat fiyat yükselişleri piyasa olgusu olarak algılanır ve burada hükümetin suçu ikinci dereceye iner. Piyasa sürecinde akla gelebilen hayali stokçular, karaborsacılar, fırsatçılar, nakliyeciler vs. gibi çok farklı zümre suçlanır. Hatta, hükümet, bizzat kendisi de inanmadan, göstermelik olarak fiyatları denetler görüntüsü sergileyerek, kendisinden kaynaklanan suç konusunda gözünü rahatlıkla boyayabilir. Netice, hem hükümet hem de ezilenler tarafından değişen bir şey olmamıştır, sadece sahnede aktörler değiştirilmiş olduğundan, algılama değiş(tiril)miştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa