24 Aralık 2021 04:45

Tekelci demokratlar ve halkın seçeneği

Kemal Kılıçdaroğlu kürsüde konuşuyor

Kemal Kılıçdaroğlu | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Erdoğan’ın “Yeni bir finansal alternatif” iddiasıyla açıkladığı kura (dövize) endeksli mevduat kazancıyla ilgili tartışmalar devam ediyor. Sorunu faiz politikası üzerinden tartışan ekonomistler, Erdoğan’ın son attığı adımın üstü örtük bir faiz artışı olduğunu söylüyorlar. Erdoğan ise, faizi arttırmadan kurları kontrol altına aldığını savunuyor. Sarayın Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati, “Normale döndük” müjdesini veriyor. Demek ki, yılbaşında 7 lira olan doların 12 küsur lira olması ve her şeyin kura endeksli olduğu bir ekonomide halkın gerçek enflasyonunun yüzde 50’yi geçmesi yeni normalimizmiş!

Paralarını TL’ye yatıranların döviz karşısında kaybetmeleri halinde kayıplarının kamu bütçesinden karşılanacağını söyleyen Erdoğan, “Bütün vatandaşlarımız kazanacak” diyor.

Bırakın üç-beş kuruş birikim yapmayı, ay sonunu getiremeyen, faturalarını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünen işçiler, memurlar, emekliler acaba nasıl kazanacak?

Pandeminin de ağırlaştığı koşullar nedeniyle kirasını ödemekte zorlanan küçük esnaf, yıl boyunca emek vererek elde ettiği mahsül; mazota, gübreye, ilaca verilen parayı dahi karşılamayan üretici köylü nasıl kazanacak?

Aksine işçiden, memurdan, küçük esnaf ve üretici köylüden toplanan vergiler, bu kez TL’ye yatırım yapan spekülatörlere aktarılacak.

Bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmde de ekonomi sınıfsal bir özellik taşır. Yani bütün ekonomik ilişkiler ve devletlerin bu ilişkileri düzenlemek amacıyla yaptıkları müdahaleler belli sınıf ve katmanların çıkarına hizmet eder. Tıpkı Erdoğan’ın son açıkladığı program ve gerçekleştirdiği müdahale gibi. Erdoğan, “Bütün vatandaşlarımız kazanacak” derken aslında daha önce defalarca dile getirdiği gibi yatırımcılara, sermaye gruplarına kazanma güvencesi veriyor.

Bu politikanın en görünür kıldığı şey, işçi ve emekçi halk kitlelerinin her geçen gün daha fazla yoksullaşmasıdır. Bu nedenle yapılan bütün kamuoyu araştırmaları, halkın geniş kesimlerinin iktidarın uyguladığı politikalardan hoşnutsuz olduğunu ve iktidarın giderek güç kaybettiğini ortaya koyuyor.

İşte tam da bu noktada uzunca bir süredir ülkeyi bu iktidardan kurtarmaya talip olduğunu açıklayan ve bu temelde gidişattan hoşnutsuz halk kitlelerini yedeklemeye çalışan burjuva muhalefetin tutumuna dönüp bakmak gerekiyor.

İşçi ve emekçiler, “Geçinemiyoruz” diye feryat ederken Ana Muhalefetin Lideri Kılıçdaroğlu, “Artık susma vakti değildir” diyerek kimi arayıp konuşmasını istiyor?

TÜSİAD Başkanını, yani ülkenin en büyük patronlar örgütünü.

TÜSİAD da uygulanan ekonomik modelin “Uzun dönemde de çok daha büyük yapısal problemlere yol açma riski”ne işaret ederek iktidarı uyaran bir açıklama yapıyor. Yani her zaman yaptığı gibi, bu kez de temsil ettiği sınıfın uzun vadeli çıkarlarını korumak için harekete geçiyor. Tıpkı zamanında özelleştirmeyi, kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesini ve işçi sınıfının kazanımlarının ortadan kaldırılmasını amaçlayan 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanabilmesi için 12 Eylül darbesini desteklemesi gibi.

 Kılıçdaroğlu elbette iktidarın politikalarından hoşnutsuzluk duyan halk kitlelerini yedekleyebilmek için birçok vaatte bulunuyor ve emek, kamu yönetimi, vergi, genel sağlık, eğitim vb. gibi alanlarda reformlar yapmaktan söz ediyor. Zaten sömürü ve baskının yaşamı dayanılmaz kıldığı böylesi koşullarda muhalefetin halkın karşısına bir “reform programı” ile çıkmak dışında bir şansı da bulunmuyor.

Ancak halka verilen vaatlerin ötesinde aynı programda “Büyük ölçekli yatırımlara özel teşvik getirilmesi”nden, “Şirket birleşmelerinin çeşitli maliye politikası araçlarıyla teşvik edilmesi”nden, “Yabancı sermaye yatırımları için uygun koşulların yaratılıp yabancı sermayenin özendirilmesi”nden de söz ediliyor.

Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun TÜSİAD’a yaptığı çağrı, aynı zamanda burjuva muhalefetin başa geçmesi halinde kimin/hangi sınıfın çıkarlarını gözeten bir program uygulayacağını da açıkça ortaya koyuyor.

Uzun vadeli çıkarlarını korumak için TÜSİAD da zaman zaman burjuva muhalefetin yanında duran ve bu “reform”larını destekleyen bir tutum ortaya koymaktan geri durmuyor.

Yanlış anlaşılmasın, burada söylenenlerden burjuva muhalefetin restorasyoncu programı ve reformlarında işçi sınıfı ve emekçi halkın lehine kimi kısmi, sınırlı düzenlemelerin olamayacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Çünkü işçi sınıfı ve emekçilere kimi kısmi/sınırlı tavizlerin verilmesi, uygulanacak programın tekelci sermayenin uzun vadeli çıkarlarını gözeten bir program olacağı gerçeğini değiştirmez.

Teori ve Eylem dergisinin “Sosyal Demokrasi” dosyasını ele aldığı son sayısında Mustafa Yalçıner’in CHP’nin program ve reformlarının bu yönünü ortaya koyan makalesinde belirttiği gibi; “Kapitalist düzenin sürdürülebilirliğini sağlamak ve tekellerin bütünsel çıkarlarının ihtiyaç duyduğu belirli reformları gerçekleştirmek, CHP’nin temel tutumu ve program hedefidir.” (*)

Kılıçdaroğlu’nun TÜSİAD’a yaptığı çağrı, aynı zamanda işçi-emekçi halk güçlerinin neden kendi seçeneklerini yaratmak zorunda olduklarını bir kez daha gösteriyor. Çünkü kendilerinin söz sahibi olacakları bir demokrasi ve insanca yaşam talepleri için kendi seçeneklerini yaratıp mücadele etmek dışında bir çıkar yol bulunmuyor!

(*) M. Yalçıner, CHP: Sosyal Değil Tekelci “Demokrat” yazısı. Teori ve Eylem dergisi, Sayı 54-kış 2021.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa