Kur dansları
Fotoğraf: Blogging Guide/Unsplash
Dolar kuru, ağustos sonlarına doğru 8.35’lerden itibaren eylül, ekim ve kasım aylarında yumuşak artışlarla 13 liralara kadar yükselip, hatta 20 Aralık tarihine kadar bu seviyelerde seyrederken, faiz kararlarının etkisiyle, önce, 18 liraya kadar yükselip, bugünlerde 11-12 lira düzeylerine gerilemesi ekonominin işleyişi ile değil, politikanın manevraları ile açıklanabilir. Bu durumda konumuzu, bu yürüyüşle politikacılar ne yapmak istedi, başarılı oldu mu, bu politikaların ekonomiye etkisi ne oldu, olarak belirleyebiliriz.
Bir dizi tahminden sonra varacağımızı düşündüğüm sonucu şimdiden söylemem gerekirse, derim ki; koşullar elverişli olduğunda faizi düşürme politikası anlamlı olabilir, fakat sıkça tekrarlanan vergi barışı ile ülke yerleşiklerinin ülkeye çekilmeye çalışılan ülke dışındaki milyarlarca dövizi varken böylesi şok operasyonun, kimi ultra zenginlerin zenginliğine ilave yapmaktan başka bir anlamı görülemez. Hatta diyebiliriz ki, bu operasyon hükümet çevreleri ile salt gerçek yabancı finans piyasası oyuncuları arasında değil, ev içinde oynanan bir oyun gibi gözüküyor, aynen vergi barışı usulsüzlüğünde olduğu gibi.
Emekçiler, emekliler, EYT’liler gibi milyonlarca vatandaş canını dişine takmış, beş kuruşlarına bir beş kuruş daha katabilmek için durmadan mücadele ederken, iktidarın muktedir kılınması adına, ekonomi-politika güç birliğiyle servetlere servet katılma operasyonu affedilir bir siyasi gaf olarak görülemez. Kur sıçramalarında yukarıya çekilen fiyatların kur dengelendiğinde geriye çekilmesi fazla olası olamaz. Piyasa koşullarına bağlı olarak bazı ürünlerde fiyat gerilemesi yaşanıyor olsa da, bu durum anlık aşırı hareketlenmeyi telafi düzeyinde gerçekleştiremez, zira fiyatların geriye esnekliği fevkalade düşüktür. Peki, bir yanda kur zenginleri oluşurken, piyasada vatandaşın uğradığı fiyat şokuna kim deva olacak? Sel gider, kum kalır hesabı, kurlar olağan seyrine otursa da fiyatlar yeni haliyle vatandaşın cebini yakmaya devam edecektir. Bu arada kurlar yükseliyor diye canavarlar piyasasına giren acemi oyunculara kur gerileyince kim nasıl tokat atmış oldu! Mesele kuru tepeden oynatmak değil, siyasi iktidarın gerçek muktedir olduğunun kanıtı vatandaşın cebini rahatlatarak, olağan kur düzeyinin oluşumunu sağlamaktır! Ne var ki, on dokuz yıllık muktedir iktidarın sonuç bilançosu, bazılarının zenginleştirilmesi, toplumun büyük kesiminin ise yoksullaş(ırıl)ması şeklinde tecelli etmiştir.
Bu politika bir seçim manevrası mıdır, yoksa rastlantısal bir politika zaafı mıdır? Bence, olağan ekonomi ve politika kuralları ile bağdaştırılamayacak son dalgalandırma, politikacıların içine düştükleri çaresizliğin zafere dönüştürme çabalarının yansımalarıdır. Şöyle ki, ne doların iki günde 18 liraya çıkması, ne de bir günde 11 liraya inmesi olağandır. Merkez Bankası-Hazine iş birliğinde oynanan oyunda kaybeden halk, ekonominin altyapısı ve Türkiye’nin dış alemdeki itibarıdır. Peki, kazananı var mı? Evet, bazı ev içi ve aile çevresi ve akraba demeçlerini ustaca okuyabilen profesyonel büyük finansörler ve halkın ve ekonominin tahribi pahasına faizle oynamayı akıl ve beceri sanan siyasi kadro kazanmıştır. Ne hazindir ki, sekiz yıl sonra yine aralık ayında bu kez benzer olay başka şekilde yaşanmıştır. Unutmayalım ki, bu cehalet göstergesi şovlarla ekonomi ağır darbe aldığı gibi, ülkenin bayrağı, başka bir ülke bayrağına bağlanarak, ulusal gururumuz rencide edilmiştir. Ulusal gururu böylesi ayaklar altına alan bir siyasi yapıyı gururlu bir halk acaba nasıl karşılayacaktır!
Kapitalist iktisat tarihi uzun yıllarda biriktirdiği zengin deneyimlerle doludur. Böylesi deneyimlerden ders alarak günlük politikaları yönetmek bir feraset işi olduğu için, böylesi basireti günümüz politikacılarından bekleyemeyiz. Bu deneyimlerden birisi bizzat dolarla ilgilidir. 1944 yılında yapılmış Bretton-Woods anlaşmaları sonucunda ABD, doları altına bağlayarak ulusal parasını dünya parası konumuna taşımıştır. Fakat doların yaygınlaşarak karşılığında altın garantisi zayıflayınca, 1971 yılında bu uygulama kaldırıldı ve doların “Dolar Alanı” içinde referans parası olması Amerikan ekonomisinin ve silahlı gücünün hakimiyetine bağlandı.
İkinci deneyim çok yakın tarihte 2000 IMF programı ile bizzat Türkiye’de yaşandı. Bilindiği üzere, bu programın ilk halinde lira belirli aralıklarla ayarlanmak üzere, aradaki sürelerde dolara bağlanmış oldu. Bunun üzerine, 2001 krizi yaşandı ve Derviş pariteyi piyasaya bırakarak, devamlı sinsi devalüasyonlara dönüldü. Dünya Bankası başkan yardımcısı bir konferansta, Türkiye uygulamasından bağımsız olarak, bu durumu şöyle teorikleştirmiştir: Bir geri ekonominin parası, bir güçlü ekonominin parasına bağlanırsa, belirli süre sonunda cari açık krizi yaşanır. Türkiye’nin 2001 krizi bu tür bir krizdi.
Diğer bir deneyim de yine Türkiye’de yaşanmıştır. Türkiye, Almanya’ya giden vatandaşların gönderdikleri dövizleri esas alarak, 1960’larda dövize çevrilebilir mevduat (DÇM) hesabı sistemini geliştirdi. Ekonomiyi önce rahatlatan bu uygulama, ileri safhalarda sıkıntılar yarattı, enflasyona yol açtı ve yük halkın üzerine yansıdı. Demirel bu uygulamayı önce kaldırdı, sonra bir ara yine uygulamaya koydu, son kertede Özal tüm yükün halklara yıkıldığı ifadesiyle, gelecek nesillerin böyle bir uygulamaya geçmemeleri temennisinde bulundu.
Komşumuz Yunanistan da son krizini teorik olarak aynı sebepten yaşadı. Kriz esnasında Maliye Bakanı olan Varufakis avro alanından çıkılması önerisinde bulundu. Almanya, ortaklığın bozulmaması adına bu öneriye karşı çıkarken, bizzat devlet bütçesinden büyük kaynak ayırarak Yunanistan’ı Avrupa Birliği içinde tutmayı başardı.
Şimdi vatandaşların bir bölümü, o da çok hassas ve iplerin Merkez Bankasının (devlet) elinde olarak -banka kuru açıklarken nasıl davranacak!- belirli kesime ve bir seferlik dolar garantisi sağlanarak parite tutulmaya çalışılıyor. Bu şu demektir; hükümet pariteyi tutabileceğine güvenemiyor; bu nedenle düşürmeye zorladığı faizi örtülü olarak devreye sokmaktadır. Politik kararlarla ne faiz, ne döviz kuru ne de fiyatlar denetlenebilir. Ne büyük bir nimettir ki, çapsız bir siyasi kadroya karşı, politikanın başat olamadığı piayasa süreci topluma turnusol testi sunabilmektedir. Bunu bir görsek, her şey daha güzel olacak, ama!
Dövizin ucuzlaması ihracatçıyı zorlar, ithalatçıyı sevindirir. Döviz açığı olan bir ekonomide ithalat mı, ihracat mı tercihlidir, yoksa halka yönelik popülist politikalar mı öne çıkar? Döviz kuru bu üçlü arasında sıkı ilişki durumundadır. Siyasetin kısa dönemli oy kaygısı mı, yoksa makul kur altında ithalat-üretim-ihracat dengesinde ekonominin kalkınması mı tercihlidir? Zor formülün çözümü, iktidara yapışmış bir siyasi kadronun erken ya da zamanında seçim endişeleriyle değil, gerçekçi orta vadeli ekonomi planlamasıyla geliştirilir.
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07