26 Aralık 2021 05:13

Yılın son canavarları

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Bu zamanlarının en güzel tarafı bir sonraki sene olacaklara ilişkin tahminleri okumak. Pek çok kurum şu ara, akademisyenlerden, medyanın önemli isimlerinden topladığı beklentileri yayınlıyor. Çoğu pazar eğilimlerini içeriyor, benim favorim Nieman Lab’in gazeteciliğe odaklanan listesi. İklim krizi ve dolayısıyla iklim haberciliğinin 2022 ve sonrasının en önemli gündemi olacağı açık. Kutuplaştırıcı siyasetin beslediği hakikat ötesi (post-truth) iklimde, bu kadar acil ve küresel bir soruna dair halen süren şüpheci yaklaşımlar gazeteciliği de kendisini sorgulamaya itiyor. Trump ve benzerlerinin yönetiminde kavga ettik, kimi zaman güldük, dalga geçtik ama şimdi gerçeklere, olgulara ve bilime dönme zamanı.

Geçen senelerde hiç olmadığı kadar sık karşımıza çıkan sözcük “audience” (izleyici/okuyucu/kullanıcı hepsini kapsıyor). Daha önce hep içeriğin öneminden bahsediliyordu. İçerik önemini kaybetmiş değil elbette, özellikle pandemide artan talep karşısında sürekli yeni içerik peşinde koşan teknoloji devleri “serbest radikaller” diye bahsettiği kaliteli içerikler üreten küçük şirketleri satın almaya devam edecek. Ancak nereye kadar?

İçeriği zenginleştiremiyorsanız okuyucunuzla/izleyicinizle bağlarınızı kuvvetlendirmeniz öneriliyor. The Digital Skills Agency'nin yöneticisi Corinne Podger “artık audience sözcüğünü kullanmaktan vazgeçin” diyor, yerine önerdiği ise “community” yani topluluk. Lucy Kung de benzer şekilde pek çok haber merkezinin, topluluk için üretilen içeriğin sihirli bir değnek olduğunu keşfettiğini söylüyor. Kısacası, örneğin, artık Evrensel okuru yok, Evrensel topluluğu var. Bu da medya-okur ilişkisinden daha farklı daha yakın, daha katılımcı yeni tür bir ilişki biçimini gerekli kılıyor. Bu topluluğun ihtiyaçları neler, hangi tür haberleri okumak istiyor, gazeteye nasıl dahil olabilir?  Will Media Genel Yayın Yönetmeni Francesco Zaffarano, gazeteciliğin geleceğini teknolojide arayanları uyarıyor: Big data (büyük veri), robot gazetecilik, artırılmış /sanal gerçeklik iyi hoş ama yeterli değil “Artık topluluğunuzla tanışma vakti geldi.”

Okuyucu ya da izleyici olarak birden bire bu kadar kıymete binmemizin altında kuşkusuz gazeteciliği ayakta tutacak gelir modelleri arayışı yatıyor. Medya için reklamdan gelen sihirli kâr dönemi kapandı ya da kapanmak üzere. Reklam veren Youtube, Facebook gibi dijital platformlara kaçtı. E bir bakıma iyi oldu, içeriğe müdahale ihtimalleri zayıfladı. Lakin diğer taraftan audience’ın habere ilgisi de, gerek güvensizlikten gerek ekonomik ve sosyal bunalmışlıktan dolayı azaldı. Peki, iyi habercilik için parayı kim verecek? Cevap, eskiden okuyucu olarak nitelenen topluluğunuz; yeni patron o.

Ancak yeni patronu özellikle de genç kuşağı memnun etmek o kadar kolay değil. Web 2.0 kavramı kullanıcıların içerik ürettiği ve paylaştığı platformları tanımlıyordu. Ancak kapitalizm hemen ağırlığını koydu ve bu platformları merkezileştirdi. Twitter, Facebook ya da Google’ın “topluluk kurallarını” ihlal etmediğimiz sürece internette özgürüz. Fakat o topluluk kuralları bazen nefret söylemini, ayrımcılığı engellemek üzere işlev görürken bazen de ifade özgürlüğümüzü, hak arayışlarımızı kısıtlıyor. Üstelik bu teknoloji devleri, iktidarlarla aralarını pek bozmak istemiyorlar. Bu yüzden artık merkezi olmayan bir internet fikrine dayanan Web 3.0 konuşuluyor. Kripto paraların geçerli olduğu, NFT ve blok zincirlere dayanan yeni bir alan inşa ediliyor. Genç nesil zaten buralarda cirit atıyor. Gazetecilikle ne ilgisi var demeyin bugün çizimler, sanat ürünlerinden oluşan ve çok hızlı büyüyen sanal bir pazar söz konusu ancak yarın bir köşe yazısı, bir röportaj, bir karikatür ya da bir dergi kapağı meta olarak yeni ve çok daha büyük bir değişim değeri yaratabilir. Bu, kopyala-yapıştır haberciliğin de sonunu getirebilir.
Ülkede bir gecede birileri zengin olmuş, Hazine ve Maliye Bakanı bundan sorumlu değilmiş gibi “çarpılan küçük yatırımcılar oldu" demişken sen bize ne anlatıyorsun diyebilirsiniz. Çok kısa sürede küçük bir azınlığı zengin eden çoğunluğu daha da fakirleştiren “yeni ekonomik paketler”i soramayan, Merkez Bankası rezervlerinin nereye gittiğini sorgulayamayan gazeteciliğin ömrü artık çok kısaldı. Toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyen, okuyucusunu önemsemeyen medya için yolun sonu göründü.

Peki, nasıl önemsenir okuyucu/izleyici? Hazal Özvarış’ın geçen hafta T24’te iki bölümlük söyleşide “Türkiye medya tarihinin en tartışılan ismi” olarak tanımladığı, kendisini bu topraklarda bir trend belirleyici olarak sunan Ertuğrul Özkök’ü burada anmasak olmaz. 20 yıllık genel yayın yönetmenliği sırasında Hürriyet gazetesinin attığı manşetleri savunurken lafı dönüp dolaşıp buralara getiriyor çünkü “New York Times'ı örneğin hayranlıkla izliyorum ama esas 1. sayfasına hiç bakmıyorum çünkü algoritmalarla günde iki kez bana özel 1. sayfa yapıyor.”

Özkök artık geçmişi değil geleceği, haberciliği değil trendleri konuşmak istiyor. Andıç haberleri yüzünden Akın Birdal vurulmamış, manşetten hedef gösterildikten sonra Ahmet Kaya ülkeyi terk etmek zorunda kalmamış, Sabiha Gökçen’in Ermeni bir yetim olabileceği haberinin ardından baş sayfaları ordu bültenine çevirip Dink’in hedef haline gelmesine neden olmamış gibi ‘hep bana bağırıyorsunuz’ diye sızlanıyor. “Yasemin arkadaşım da Ahmet arkadaşım da kötü şeyler yaptı onlara bir şey demiyorsunuz” diye sitem ediyor. Oysa o herkesle dost, herkesle arkadaş. ‘Siz bilmezsiniz (sık sık söyleşiyi yapan Özvarış’ın yaşına vurgu yapıyor) medyanın tepelerinde kavgalar yok’. Birine haksızlık yapılmışsa Papermoon’da orta masada gönlü alınır.

“Dünyanın en ciddi gazetesi Le Monde'un hatalarının yüzde 1'ini yapsam beni bu memlekette asarlardı” diyor. Le Monde’un çok ciddi hataları oldu elbette ama o hataları yapanları 20 yıl gazetenin başında tutmadılar. Ama Özkök “tek kişilik bir tarikat” olduğu iddiasında ve hala devam etmeyi umuyor.

Haftaya Habertürk Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın kendisine yardımcı olmaya çalışan İHA kameramanı Ahmet Demir’e uyguladığı şiddet görüntüleriyle başladık. Ortalarında Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisinin nasıl değiştiğine ve en başarılı muhabirlerinin gazeteden uzaklaştırıldığına tanık olduk. Kapanışı da Özkök’le yaptık. Şöyle soruyor: “Bütün canavarlar 1990'lardaydı, sonra o canavarlar yeni canavarlar doğurdu, o doğurulan yeni canavarları konuşmayacak mıyız? Bugünün canavarlarını da 30 sene sonra mı konuşacağız?​”

Yoo, işte konuşuyoruz, 30 sene öncenin canavarlarını da, bugünküleri de sürekli konuşuyoruz. Hatta onları konuşmaktan başka şey konuşamaz olduk. Artık iyi gazeteciliği, okuyucuyla/izleyiciyle kurulacak yeni tür ilişkileri, tüm bu baskıların üstesinden dayanışarak nasıl gelebileceğimizi tartışmak istiyoruz. Bırakmıyorsunuz ki…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa