28 Aralık 2021 04:15

Dışişleri Suriye’den çıkmamanın teorisini yapıyor!

Astana görüşmelerinin garantörleri Türkiye, Rusya ve İran heyetleri, Kazakistan’ın başkenti Nur Sultan’da 17. kez bir araya geldi

Astana görüşmelerinde Türkiye, Rusya ve İran heyetleri, Kazakistan’da 17. kez bir araya geldi | Fotoğraf: Meiramgul Kussainova / AA

Paylaş

“Suriye krizine siyasi çözüm bulma” adına Rusya, Türkiye ve İran tarafından oluşturulan Astana formatının on yedinci toplantısı geçen hafta (21-22 Aralık) Kazakistan’ın başkenti Nursultan’da gerçekleştirildi.

Toplantı sonrasında yayımlanan ortak bildirgeye bakınca karşımıza Suriye’de çözümden çok ortakların hassasiyetine odaklanmış bir metin çıkıyor.

Bu bildirgede “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü” vurgusu, “IŞİD, Nusra ve el Kaide bağlantılı bütün terör örgütlerinin nihai olarak ortadan kaldırılması” ve “İdlib’de mevcut anlaşmaların eksiksiz uygulanması” maddelerinin Rusya ve İran’ın hassasiyetlerini ve önceliklerini gözeten maddeler olduğu söylenebilir.

Ayrıca “İsrail’in, Suriye’nin egemenliğini ihlal eden ve sivillerin yaşamını tehlikeye atan saldırılarının kınanması” maddesinin İran’ın talebiyle metne konduğunu tahmin etmek zor değil.

Yine “Suriye’nin birliğini baltalamayı ve komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit etmeyi amaçlayan Fırat Nehri’ndeki ayrılıkçı planlara karşı çıkma kararlılığı” vurgusunun Erdoğan iktidarının temel talebi olduğunu daha önceki görüşmelerden de biliyoruz.

Buraya kadar her şey olağan seyrinde görünüyordu.

Ancak Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in toplantı sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamalar, bu görünüşteki uzlaşının arkasında bulunan anlaşmazlıkları ve mücadeleyi gözler önüne sermesi bakımından önem taşıyordu.

Lavrentyev’in açıklamalarında iki nokta öne çıkıyordu: Birinci olarak, “Türk ortaklarımız Suriye’de geçici olarak bulunduklarını ve imkanlar el verdiğinde oradan ayrılacaklarını beyan ediyor” dedi. İkinci olarak da “İdlib’deki gerilimi azaltma bölgesinde teröristlerle mücadele konusunda Türkiye’ye yardım önerisinde bulunduklarını” söyledi.

Lavrentyev’in açıklamalarına Türk Dışişleri Bakanlığından resmi bir yanıt gelmezken Hürriyet gazetesi bir “dışişleri bakanlığı yetkilisi”ne dayandırarak bu açıklamaları yalanlayan bir haber yayımladı.

Yanıt için böyle bir yolun seçilmesi öncelikle ülkede güç kaybeden ve bölgede giderek sıkışan Erdoğan iktidarının gerilimi tırmandırmak istemediği, daha doğrusu tırmandırmaya mecali olmadığını gösteriyor.

Hürriyet’in “İşte Türkiye’nin Suriye’den çekilme için 4 şartı” başlığıyla verdiği yalanlama haberinde ise, Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi için; “Bütün tarafların mutabık olacağı bir anayasanın yapılması”, “Her kesimin özgürce katılabileceği bir seçim sisteminin oluşturulması”, “Seçim sonrası meşru bir hükümetin kurulması” ve “Meşru hükümetin sınır bölgelerindeki terörist unsurları ortadan kaldırması sonrasında Suriye’den çekilmenin gündeme gelebileceği” vurgulanıyordu.

Suriye’de olup biteni az-çok takip eden herkes, Türkiye Dışişleri Bakanlığı adına öne sürülen bu şartlarla aslında Suriye’den çekilmemenin teorisinin yapılmaya çalışıldığını görecektir. Çünkü Türkiye’nin ve desteklediği cihatçı çetelerin Suriye’deki varlığı, öne sürülen şartların gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Bugün Suriye’de barışçıl yollardan siyasi bir çözüme ulaşmanın önündeki en önemli engellerden biri Türk askerinin kalkan yapıldığı ve el Kaide’nin devamcısı HTŞ’nin başını çektiği İdlib’deki cihatçı gruplardır. Diğeri de yine Türkiye ve ÖSO’yu oluşturan cihatçı grupların Suriye’nin kuzeyinde Kürt kantonlara/Kürt özerk yönetimine karşı yapılan operasyonlarda işgal ettikleri bölgelerin durumudur.

Eğer Erdoğan yönetimi BM tarafından ‘terörist’ olarak kabul edilen bu cihatçı çeteleri yönetime ortak etmeyi amaçlamıyorsa cihatçı çetelerin varlığı ve işgal sona erdirilmeden “özgür, kapsayıcı bir seçim” ve “Meşru hükümetin kurulup sınır güvenliğini sağlaması” nasıl gerçekleştirilebilir?

O yüzden Erdoğan iktidarının bir “dışişleri bakanlığı yetkilisi” üzerinden gündeme getirdiği şartlar, Suriye’den çekilmemenin teorisini yapmaktan öteye geçmiyor.

Suriye’den çekilecek misiniz?

Elbette, biz işgalci değiliz.

Peki, ne zaman çekileceksiniz?

Çıkmaz ayın son çarşambasında!

Özetle durum budur.

Ancak Rusya cephesinden yapılan açıklamalar, Erdoğan iktidarının Suriye’den çıkmaya niyeti olmasa da bu durumu sürdürmesinin de giderek zorlaşacağına işaret ediyor.

Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev’in “İdlib’de Türkiye’ye yardım” önerisi, Astana bildirgesindeki “İdlib’deki anlaşmaların eksiksiz uygulanması” maddesi ile birlikte okunduğunda zamanlaması belli olmasa da İdlib’e yeni bir operasyonu haber veriyor.

Bununla birlikte bildirgede yer alan sadece HTŞ’nin değil, el Kaide bağlantılı bütün cihatçı grupların ortadan kaldırılması vurgusuyla bağlantılı olarak Rusya’nın, Erdoğan iktidarı destekli ÖSO gruplarını da bu kapsamda gördüğünü ve bunlara yönelik operasyonlar yaptığını da unutmamak gerekiyor.

Yine son Astana bildirisinde Türkiye yönetiminin hassasiyetleri gözetilerek “Fırat Nehri’ndeki ayrılıkçı planlara karşı çıkma kararlılığı” vurgusu yapılmasına rağmen Rusya, bu konuda ABD’nin de tutumuna bağlı olarak Erdoğan iktidarının istemeyeceği adımlar atabilecek bir pozisyonda bulunuyor.

Nitekim Demokratik Suriye Meclisi (MSD) Yürütme Konseyi Eş Başkanı İlham Ehmed’in Moskova ziyaretiyle ilgili konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Türk meslektaşlarımıza Türkiye ile olumsuz bir eğilimi beslemek istemediğimizi anlatıyoruz. Tam tersi, bizim görevimiz; Suriye’nin toprak bütünlüğüne, egemenliğine saygı gösterilmesi gerekliliğinin pratikte sağlanmasına yardımcı olmaktır. Elbette ulusal azınlıkların çıkarlarının dikkate alınması kilit koşullardan biridir” sözleri de bu tutumu doğruluyor.

Uzun lafın kısası; Astana toplantısı sonrası yapılan açıklamalar, Erdoğan iktidarının Kürt sorununun demokratik çözümü ve komşularla barışçıl ilişkiler geliştirme yerine Suriye’de cihatçı çetelerle birlikte sürdürülen işgali ve Kürtlere yönelik saldırgan politikaları gerekçelendirmeye devam ettiğini ortaya koyuyor. Ancak bölgedeki gelişmeler, teorize edilmeye çalışılan bu politikanın açmazlarının arttığını ve sonunun yaklaşmakta olduğunu haber veriyor.

Bu gelişmeler, ülkede süren rejim/sistem tartışmalarıyla da bağlantılı olarak; Erdoğan iktidarının dış politikasıyla ciddi/kapsamlı bir hesaplaşmaya gidilmeden demokratik bir geleceğin inşa edilmesinin mümkün olamayacağını da gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa