29 Aralık 2021 05:59

Rivayet olunur ki …

Sokakta yürüyen insanlar.

Fotoğraf: Twenty20

Paylaş

Bu hafta bir zamanlar bir yerlerde var olmuş iki devletten ve ekonomik ahvallerinden söz edeceğim sizlere… Yazıya başlamadan dizilerdeki gibi notumu düşeyim de yanlış anlamalara, alınganlıklara yol açmayayım: Bu yazıdaki tüm karakterler ve olayların içinde yaşadığımız zamanın gerçek kişi ve kurumlarıyla ilgisi yoktur, tamamen tarihin derinliklerinden gelen rivayetlerin ürünüdür.

Tam olarak hangi tarihte ve nerede hüküm sürdüğü bilinmeyen devletlerden birinde, ortalığı kasıp kavuran bir salgın hastalık sırasında yıllık enflasyon rakamları yüzde üçlere yaklaşınca, ülkeyi yeterince iyi yönetmediğini düşünen iktidar mahcup bir biçimde hatasını nasıl telafi edeceğinin derdine düşmüş. Zira halktan “Ücretler düşük, faturalar yüksek, geçinemiyoruz” diye sesler yükselmeye başlamış. Hükümet de bu serzenişler karşısında çareyi enflasyon artışını kısmen kapatacağını ve elektrik faturalarındaki artışı karşılayacağını düşündüğü bir enflasyon ek ödemesi ile telafi etmekte bulmuş. Otuz sekiz milyon yurttaşına yüzer avro ek ödeme yapma kararı almış. Üç ay içinde tamamlanması planlanan ödemelere de en kırılgan grup olarak gördüğü üniversite öğrencilerinden başlamış. Planlamada son ödeme de düzenli ve güvenceli bir işi ve geliri olan, memurlara yapılacakmış. Salgın nedeniyle alınan önlemlerde öğrencilerin yaşam koşulları çok zorlaştığından, öğrencilere bu ek ödeme ilaç gibi gelmiş. Kiminin “Yurt ücretimi ödeyebileceğim”, kiminin de “Ayda altmış avroyu bulan elektrik faturamı ödeyebileceğim” derken gözleri parlıyormuş.

Buna karşılık diğer ülkenin gözleri ışıldayanı halk değil de bakanları imiş. Halkın gözleri parlamasa da olurmuş bu ülkede, önemli olan muktedirlerin, temsilcilerin gözlerinin parlaması imiş. Ülkede gerçek enflasyon yüzde ellileri aşmış. Zaten bu ülkede resmi rakamlar ve açıklama ile gerçek de hep farklı oluyormuş. Halk zamlar, döviz kurları, enflasyon, işsizlik altında inim inim inliyormuş. Tabii küçük bir azınlık da varlığına varlık katıyormuş, o ayrı. O mutlu mesut azınlık çoğunluğa “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diye seslenmeyi de ihmal etmiyormuş. Pardon ya, o Fransız Kraliçesi Marie Antoinette’in sözüydü. Kafam karıştı bir an. Bu bir eli yağda bir eli balda azınlık yerli ve milli politikalara uygun olarak “simit yesinler” diyormuş. Bu hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz ülkede -rivayet odur ki yapılıp edilenleri kayda geçirecek, duyuracak olan gazeteciler, politikacılar ya göçmeye zorlanmış ya da hapse tıkılmış- hükümran altından tahtından bakanlarına ve vekillerine şatafattan uzak durun çağrısı yapıyormuş. Kimsenin kenarda köşede gizli saklı parası kalmasın diye de Machiavelli’yi mezarından kaldıracak anlaşılmaz ekonomi politikaları-pardon hinlikleri, zira politika falan kalmamış adını sanını bilmediğimiz bu ülkede- devreye sokuluyormuş. Halk olup biteni anlamayan gözlerle izlerken nasıl barınacağım, nasıl karnımı doyuracağım çaresizliğine kapılmış. Rivayet odur ki, bu insanların gözündeki ışıltı kaybolalı yıllar olmuş, artık ucuz ekmek kuyruklarında beklerken halkın gözlerinden yaşlar süzülüyormuş.

Günümüze aktarılabilen az sayıda bilgiye göre bu iki devlet aynı zamanda hüküm sürmüş. İlkinde de ortalık güllük gülistanlık değilmiş belki ama vergisini ödeyen yurttaşın bir kıymeti varmış. Tüm gelirler kayıt altındaymış ve devlet vergilerin rasyonel kullanımı ve dağıtımı işini üstlenen bir aygıtmış. İdeal olan değilse de, devlet yurttaşı için varmış. İkincisinde ise vergi kaçıranlara karşılık emeği ile çalışanlar vergiler altında eziliyormuş. Zaten gelirlerin önemli bir bölümü de kayıt altında değilmiş. Devlet kutsalmış, vatandaş gerekirse devletin bekası için feda edilirmiş. İktidar vekilleri halkı sadece seçim dönemlerinde hatırlarmış, hatta bir süre sonra halktan tamamen kopmuş. Yiyecek ekmeği olmamanın, fatura ödeyememenin ne olduğunu anlamıyorlarmış bile. Faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen ailelerinin çocuklarını soğuktan kaybetmelerinin acı haykırışı onlara hiç ulaşmıyormuş.

İnsanlık tarihi ne kadar acılarla dolu. Neyse ki, bu devlet tarihin bilinmeyen bir döneminde var olmuş. Ya günümüzde böyle devletler, o devletlerin başında böyle iktidarlar olsaydı, ne yapardık? Hani derler ya, dağlara taşlara…

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa