Lenin-Menin, Che-Mhe, Marx-Marx
Fotoğraf: Envato
Yaşayan ve bilen bilir. 1971 muhtırası ve 1980 darbesi ertesinde öncelikli, ayrıcalıklı ve münhasıran ülkedeki devrimci kitlelere yönelik şiddet, tutuklama, işkence ve maksimum ceza infazı bütünü içinde mahkemeye sunulan deliller arasına konan önemli bir suç delili vardır. Bu da her türden sol yayın ve kitaptır. Devletin dolayısıyla da, darbecilerin listesinde yer alan kitapları bulundurması ve hatta sırf kitap çevirisi yapması nedeniyle uzun süreli hapis cezasına çarptırılan arkadaşlarımız olmuştur. Bulundurulan ya da Türkçe’ye çevrilen kitapların uluslararası düzeyde bilimsel yayınlar ve kitaplar olup olmamasına bile bakılmamıştır. Örneğin, Ernest Mandel’in iki ciltlik Marxist Economic Theory adlı kitabını çeviren bir arkadaşım 7.5 yıla mahkum olmuş, hapisten ancak 5 yıl sonra çıkabilmiştir. Kitapla ilgili bilirkişi raporu da tam bir komedi filmi senaryosu gibidir. Kitabın kimi bölümleri bilimsel, kimi bölümleri propaganda olarak değerlendirilip, bütünsellik içinde ele alınması gerekliliği hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır.
O dönemlerde resimlere, kitaplara, yazarlarına ve çevirmenlerine yönelik saldırılara ilişkin yaşananlar trajikomik nitelikte dahi olabilmiştir. Uğur Mumcu, Sakıncalı Piyade adlı kitabında jandarmanın bir öğrenci evi baskınında duvarda asılı Marx’ın resminin kime ait olduğunu sorduğunda, öğrencinin ‘dedemin’ demesiyle kefeni yırtmasından söz eder. Mühendislik fakültelerinde okutulan, ‘Mukavemet’ adlı ders kitabı, ‘bu jandarmaya mukavemettir’ mantığıyla, bulunduranları tutuklamaya yetebilmiştir. Bu tür muamelelere muhatap olmamak için banyo sobalarında yakılan kitapların olması ve ısınan suyla da yıkanılması dillendirilen bir vakıa olup, olayın bizatihi kendisi tam bir trajedidir. Yaşanan çelişkileri göstermesi açısından bir yaşanmışlığı da not düşmek istiyorum. Olay, asistanlığım sırasında bir süre yanında oturma onuruna eriştiğim ve solcu olan bir doçent ağabeyimin savcılık yaptığı sıralarda başından geçmiş ve antrepoda toplanan sol kitaplara ilişkin tutanağın düzenlenmesi sırasında birlikte çalıştığı ve MHP çizgisinde olduğunu bildiği bir diğer savcının kitap dağının tepesinde kitap seçmesine ilişkindir. Şaşırdığını belirterek, ‘neden kitap seçtiğini’ sorduğunda aldığı cevap ne kadar da manidardır! Meğerse o savcının oğlu da solcuymuş ve savcı da bunlara para verip aldığı için oğluna kızdığından bedava kitap seçkisi yapıyormuş.
Sol önder ve düşünürlerin kağıtlara sıralanan isimleri ve çalışmaları, baskınları ve aralamaları gerçekleştirenleri bilgilendirme ve gereğini yapmaları konusunda ellerine verilen liste şeklindeki belgelerdir. Aslında bu belgeler, şimdilerde sürdürülen teknik takibin anahtar kelimeleri gibi, kitabın ya da yazının önüne ardına bakılmadan cımbızla çekilip çıkarılarak gereğinin yapılmasına ilişkin ‘solcuları ve sol yayınları yakalama rehberi’ olarak kullanılmıştır.
Şimdi, bu konu da nereden çıktı demeyeceğinizden eminim. Zira bu ülkede birkaç ay öncesinde yayınlanmamış bir kitaba bile yasak geldi ve yazarı hâlâ da tutuklu. O sıralarda bu konuya ilişkin bir yazı yazmış olsam da, sol cenahta günlük yayın yapmasına rağmen ismi lazım değil bir gazete yazımı yayınlama cesaretini gösterememişti. Ne var ki, bu ay içinde yaşanan ve arkadaşlarının evinde yapılan aramada bulunan kitaplara ilişkin yasak kitap (yayın) kararını gazetelerinde birinci sayfadan haber olarak girme zorunda kaldılar. Habere ilişkin resimdeki yayın, I. cildini hazırladığım, ikinci cildinin hazırlığını yapmakta olduğum ve Kalkedon Yayınları’ndan Mayıs ayında çıkan ‘Marx’ın Kriz Teorisi’ adlı kitap.
Kitap münhasıran kapitalizmin iktisadi krizlerinin Marksist açıklanmasına ilişkin ve Marksist İktisadın en önde gelen iktisatçılarının bilimsel nitelikteki çalışmalarının yer aldığı bir derlemeden mürekkep bir yayın niteliğinde. Ancak, gelin görün ki, yasak kitap olarak değerlendirilip, el konabiliyor. Daha da acısı, konunun muhataplarının, mahkemeye sunmak üzere yayınevinden kitabın kanuni olarak basılıp satıldığına, hakkında toplatma kararı bulunmadığına dair belge almaya mecbur kalmaları. Kısaca, 1971’den bu yana geçen 40 yıl içinde kitaba, yazara, bulundurana ve belli de olmaz belki çevirine de yönelik takınılan tavra ilişkin değişen hiçbir şey yok.
İnsanın içinden, acaba tüm olup bitenler sözlü kültürden, bir türlü yazılı kültüre hâlâ da kalıcı bir biçimde geçemeyen bir toplumsal yapının bir ürünü müdür diye sorası geliyor. Acaba, 21. yüzyılın dünyasında cezadan kurtulmak için (!) kitapların yazarlarının ve kitaplarının adlarını değiştirerek mi yazsak? Lenin yenine Menin, Che yerine Mhe mi desek? Ancak, böyle de yapsak, her zaman bir çıkış yolu bulamayabiliriz.
Zira ne yazık ki bu konuda Marx’a ve Marx’la ilgili çalışmalara ilişkin böylesi bir tavır geliştirme şansımız hiç mi hiç yok. Ez cümle, Marx yine Marx olarak yazılacak.
Selâm Ola.
- Yazılı olmayan kurallar 11 Nisan 2015 01:00
- Muhalefetin gücü ve farkındalık 04 Nisan 2015 00:57
- Katırlar da ağlar 28 Mart 2015 01:00
- Halife efendimiz aldatılmış hükümsüzdür 21 Mart 2015 00:52
- Ben aday olmazsam kim olmalı? 14 Mart 2015 01:00
- Erdoğan’ın faizci arkadaşları ? 07 Mart 2015 00:54
- Türkmenistan modeli dururken ne Meksika'sı? 28 Şubat 2015 01:00
- Kavganın büyüğü 21 Şubat 2015 00:52
- En yeni Türkiye 14 Şubat 2015 01:00
- İşlevsiz parlamento, tutarsız başkanlık 07 Şubat 2015 00:52
- Herkes radikal solmuş meğer 31 Ocak 2015 00:53
- Deli deliyi görünce 17 Ocak 2015 01:00