02 Ocak 2022 04:00

‘Muvakkithaneler’ meselesi

Süleymaniye Camii'nin muvakkithanesi ve avlu girişi

Süleymaniye Camii'nin muvakkithanesi ve avlu girişi | Fotoğraf: Josep Renalias / Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)

Paylaş

Kirvem,

“Zaman” zincirinin ilk halkasıyla başlayan, daha sonraları da sonunun, son halkasının nereye varıp ya da nerede kopacağını henüz çözemediğimiz bir ummanda; ulu Tanrı’nın kısacık bir “Ol!” emriyle oluşan, keza ne zaman, nasıl, niçin vereceği belli olmayan “Öl!” direktifiyle sonsuzluğa, “mutlak” bir sessizliğe mi bürüneceğiz, bilmiyoruz…

Zamanın kim bilir hangi meçhul anında, gökten zembille indiğimiz bu “Çınçınlı hamam”da, “beni Adem” kimliğimizi yüce Allah’ın buyruğuyla yüklenip, daha sonraları da nesiller boyunca torun torbalar, düğün dernekler derken, uzayıp giden bu zincirin birer halkası olmaya daha ne zamana kadar devam edeceğimizi de yine bilmiyoruz, bilemiyoruz…

Tanrı’nın bahşettiği fıtratımız mucibince veya kafataslarımızın içine yerleştirdiği bilmem kaç gramlık beynimiz sayesinde, aklımızın erip ya da ermediği hemen her olayın nedenlerini “merak” eden huyumuz yüzünden başımız çeşitli belalardan bir türlü kurtulamıyorsa, demek ki her şeye “maydanoz” kesilen girintili çıkıntılı beynimizin hemen her “mesele” tahtındaki dahli, sanki yol gösteren işaret parmağı gibi her daim hazır ve nazır, her dem alesta!

Uçsuz bucaksız zaman kavramının labirenti içinde dönüp dolaşıp, akabinde de çıktığımız bu “uzun ince yol”un sonunda meçhule doğru yelken açarken, kimilerimiz bu engin kubbede illa da “hoş seda” bırakmanın erdemini vurgularken, beri yandan kimilerimizin indinde de hoş seda denen hikayenin esamesi bile okunmuyor…

Öyle ya da böyle, eninde sonunda herkes her fırsatta kendi beyninin efendisi, kendi duygularının “köle”si kesilirken, diğer yandan da zamanın paslı çarkı, kendi ekseni etrafında usul usul dönüp, kendi istikametinden zerre kadar şaşmadan yoluna devam etmekle meşgul…

Kirvem, senin de bildiğin üzere, “Çınçınlı hamam kubbesi tamam, bir gelin gördüm babası imam” diye atalarımızdan miras kalan bu bilmecenin cevabı, “saat” diye lügatımızda yerini alırken, keza vakti zamanında saatleri ayarlama enstitüleri, yani genellikle cami veya mescitlerin müştemilatı içindeki odalarda; namaz vakitleri, Ramazan imsakiyelerinin saat ve takvim hesaplarının yapıldığı muvakkithanelerde; zamanın, ne denli önemli olduğunu gösterdiği o eski günleri anımsayıp, nihayetinde, gele gele şimdilerde memleket sathında yirmi yıldan beri tek başlarına iktidar koltuğunda oturan muhteremlerin cemi cümlesi, acaba geriye dönüp memleketin şu an içinde debelenip durduğu bu hali, halkımızın kahir ekseriyetinin bu perişanlığını, “en kalbi duygularla” hissedip dolayısıyla su gibi akıp giden zamanı bozuk para gibi harcadıklarını gerçekten de görüyorlar mı?

Neyse… Bunca lafın ardından demem o ki;  tam da şu günlerde, “Saatli maarif takvimleri”nin yaprakları yeni bir yılın başladığını göstermek üzereyken, memleketimizin serdümeninde oturan zatı devletlerinin, değeri bilmem kaç papel olan kol saatlerini sil baştan doğru dürüst ayarlatmak için acaba harabeye dönüşmüş muvakkithanelerin yolunu bir an önce tutmaları mı gerekiyor, bilemiyorum Kirvem!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa