Popülist sağ ve kadınlar
Fotoğraf: Valodnieks/Wikimedia Commons | AfD’nin 2017 seçim afişi, “Yeni Almanlar mı? - Onları kendi başımıza yapıyoruz.”
Humboldt Üniversitesinden Gabriele Dietze Avrupa’da kadınların sağ popülizme neden ilgi duyduklarını sorguladığı makalesinde üç olgunun altını çiziyor: Kurtuluş yorgunluğu, cinsel istisnacılık ve maternalizm (“Why are women attracted to right-wing populism? Sexual exceptionalism, emancipation fatigue, and new maternalism”, Right-Wing Populism and Gender: European Perspectives and Beyond içinde, Gabrieke Dietze ve Julia Roth (Der), Bielefeld, Transcript, 2020, 147-.165). Kurtuluş (emancipation) kelimesinin Latincede hem yetişkinliğe ulaşıp aile bağından kurtulmak hem de kölelikten azat edilmek anlamında kullanıldığına dikkat çeken yazar bahsettiği bağlamda her iki anlamın da geçerli olduğuna dikkat çekiyor.
Sağ popülist partilerin ve ırkçılığın kadın seçmenlerden aldığı destekten yola çıkan Dietze geleneksel ailenin nasıl yenilikçi bir fikir olarak pazarlandığıyla başlıyor. Almanya’daki yeni ırkçı parti AfD’nin kampanyasını inceleyen yazar, aile bağlarından kurtuluşa karşı geleneksel aile kurumunun devrimci bir alternatif modernlik olarak kurgulandığını vurguluyor. Dietze AfD’nin kampanyasını Maxine Molyneux’nun Sandinista devrimi ve kadınlar üzerine çalışmasından aldığı bir ayrımla yorumluyor: Feminizmin stratejik hedefleri ve pratik çıkarları. Stratejik hedefler ayrımcılığın kaldırılması, politik eşitliğin sağlanması, doğuma ilişkin seçim hakkı, erkek şiddetine karşı önlemler alınması gibi başlıkları içerirken, pratik çıkarlar aileyi doyurmak, geçindirmek gibi gündelik ihtiyaçlar tarafından belirleniyor. Sınıf mücadelesinde de sık karşılaşılan bir sorun burada da ortaya çıkıyor: Pratik çıkarların sağ siyaset tarafından stratejik hedeflere karşı seferber edilmesi. Dietze bu olguya (yine Molyneux’ya atıfla) “kurtuluşsuz seferberlik” diyor. Cihan Tuğal’ın AKP’nin şehir yoksullarını yedeklemesine ilişkin kullandığı “Terhis etmek için seferberlik” terimi de yerinde bir çağrışım. Her iki durumda da benzer bir stratejik sorunla karşı karşıyayız ve sorunun çözümü kitle siyaseti açısından hayati bir önemde. Bu bağlamda, Dietze’nin öne çıkardığı meseleyi (Yazar bu bağlamda düşünmese de) hegemonya kuramı çerçevesinde de tartışmakta fayda var.
Dietze’ye göre feminizmin stratejik hedefleri erkek korumasının yerine alternatifler önermeden kaldırmaya yöneldiğinde kadınlar tarafından bir tehdit olarak algılanabiliyor. Sağ popülizmin özellikle alt orta sınıf ve işçi kadınlardan destek aldığına dikkat çeken Dietze burada “kurtuluş yorgunluğu” (emancipation fatigue, Emanzipationsverdrossenheit) adını verdiği olgunun altını çiziyor. Bugünün çalışan kadınları 1968 kuşağının ataerkil rejime karşı verdiği mücadelenin bir parçası olmadı. Bugün “boomer” diye küçümsenen bu kuşağın 1970’lerde, 1980’lerde bedenleri üzerinde, eğitimleri üzerinde, gelecekleri üzerinde nasıl söz sahibi olmak için mücadele ettiğini görmedi. (Savaş sonrası doğanlar çok da alınmasın. Şimdilerde “boomer”lara çocukları X kuşağı da dahil ediliyor). Geçmiş mücadelenin kazançları olağan hayatın bir parçası haline geldiğinden feminizm merkez kapitalist ülkelerde çoğu zaman modası geçmiş ve kurbanlık zihniyetinden çıkamayan, esprisiz, çekiciliğini yitirmiş bir kelimeye dönüştü. (Burada da sol ve sosyalizm terimlerinin aynı dönemde uğradığı prestij kaybıyla önemli paralellikler var). 1980 sonrası ana akım liberal feminizmin öne çıkardığı kadınların ekonomik bağımsızlığı ve iş gücüne katılımı gibi hedefler çalışan birçok kadın açısından imrenilesi hedefler değil. Öncelikle araştırmalar kadınların ücretli emek piyasasına girmeleriyle iş yüklerinin katlanarak arttığını gösteriyor, azaldığını değil. Kadınların ekmek kazanması ev işlerini hafifletmiyor. 2019’da Almanya’daki bir araştırmaya göre altı yaş üstü çocukların ebeveynlerinde anneler babalara göre üç katı fazla ev işi yapıyor. 2016 yılından bir araştırmaya göre ise 18-40 yaş arasındaki alt orta sınıf ve işçi sınıfına mensup kadınlar evde kalmayı (ücretsiz emeği) piyasada çalışmaya (ücretli emeğe) tercih ediyorlar, ancak yine de çalışmaya mecbur kalıyorlar. İş piyasasının sömürücülüğünü göz önüne aldığımızda ataerkilliğin beyaz atlı bir prens misali dirilmesine şaşırmamalı.
Merkez kapitalist ülkelerde sağ popülizmin kadınları feminizm düşmanlığına örgütleyebilmesini sağlayan ikinci nokta “cinsel istisnacılık” (sexual exceptionalism). Sağ popülist söylem ataerkil aileyi tahkim eden toplumsal cinsiyet söylemini göçmen karşıtlığı ve Müslüman karşıtı ırkçılıkla besliyor. Bu söylemde kadın hakları açısından daha “geri” bir kültürü temsil eden göçmenler ve Müslümanlar karşısında ırkçılık daha modern, ilerici bir kisve ediniyor. Avrupa kadınının özgürlüğünü vurgulayarak kendini İkinci Dünya Savaşı’nın suçlarından temizlemeye ve güncellemeye çalışan ırkçılık, nihayetinde içinde feministler, LGBTİ+lar, komünistler, göçmenler ve Müslümanların cirit attığı komplo teorilerine yöneliyor. Antifeminizmin en önemli güncel özelliğinin ırkçılık olduğu sık vurgulanması ve üzerine düşünülmesi gereken bir olgu. Yabancı mülteci erkeğe karşı korunması gereken yerli kadın imajı, kadınları korumaktan ziyade esir eden yeni bir erkek egemenliğe işaret ettiği gibi ırkçılığın sınıf düşmanlığını nasıl bir ideolojik zemin üzerinde inşa ettiğini de gösteriyor.
Irkçılıkla bağlantılı üçüncü başlık ise yeni maternalizm. Avrupa’daki nüfusun artması için kadınların daha fazla doğum yapmasını vaaz eden yeni maternalizm göçmen karşıtlığıyla doğrudan bağlantılı. Sağ popülistlere göre azalan Avrupa iş gücünün göçle takviye edilmesi kabul edilemez, Avrupa’nın yeniden (yerli ve milli imkanlarla!) canlanabilmesi için üreme şart. Bu söylemde annelik neredeyse Avrupa’nın soy kurtarıcısı rolüne bürünüyor. Çoluk çocuk sahibi olmak bilhassa sağ siyasette bir sermaye haline gelebiliyor. Dietze, Macaristan Başbakanı Victor Orbán’ın CDU’lu Ursula von der Leyen’i Avrupa Komisyonu başkanlığı için desteklerken söylediği şu cümleyi aktarıyor: “Komisyon başkanımız yedi çocuk annesi, bir Alman ailesi annesi.” Dietze, yükselen sağın antifeminist kadın politikalarına karşı ancak sınıf siyasetini önceleyen bir feminizmin sonuç alabileceğini vurguluyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22