Örgütlü işçinin güç ve kuvveti
Fotoğraf: Evrensel
Türkiye’de 12 milyondan başlayarak 15-17 hatta 20 milyon işçi olduğu; bunun ancak yüzde 8 gibi küçük bir kesiminin sendikalı örgütlenme içinde yer aldığı; 4-5 milyon kadarının asgari ücret düzeyinde para karşılığı, sigortasız ve sosyal hak yoksunu olarak çalıştığı, denebilir ki genel kabul görür. Diğer yandan resmi açıklamalara göre 4.3, DİSK-AR ya da başkaca araştırma kuruluşlarına göre 8 milyonu aşkın işsiz bulunmaktadır.
Erdoğan yönetiminin Suriye, Irak, Libya, Afganistan gibi ülkelere askeri müdahale politikası, milyonlarca kişinin Türkiye’ye gelmesine yol açmış, silahlandırılıp saldırıya yöneltilemeyenlerin bir kısmının da ucuz işgücü olarak kullanılmasıyla bu sayı daha da artmıştır.
Bu böyle olmakla birlikte, emek gücünü satarak yaşamaya çalışanların nesnel-nicel durumu, çalışma ve yaşam koşulları, bu koşullarla bağlı olması “işin doğası gereği” olan sendikal ve siyasal örgütlenme sorunlarının, genel bir söyleyişle çalışan işçiler ve işsizler başta olmak üzere emekçilerin büyük çoğunluğu açısından, sınıfın başlıca sorunları düzeyinde görülür ve alınır olduğundan söz etmek mümkün değildir. Oysa bu durum ve aşılmasını gerekli kılan tutum sınıfının durumu ve kurtuluşunun gerekleri konusunda bilince ulaşmış tekil-bireysel işçilerden öte sömürülüp ezilen her işçi ve emekçinin kendi ve gelecek nesilleri için hayati önemdedir. Sendika hakkı görünürde vardır, kağıt üzerinde yasal geçerliliğe sahiptir. Ancak pratikte buna yönelen her işçinin karşısına kapitalistler ve hükümet-devlet güçlerinin yanı sıra çoğu kez sendika patronları da barikat kurarak baskı ve engel duvarını tahkime yönelirler. Tekil-lokal işçi grupları bu durumda geriye itilir, soruşturmaya alınır, işten atılır ya da uydurulmuş suçlamalarla zindanlara tıkılırlar. Oysa grev, toplu sözleşme, direniş, genel grev, miting, gösteri vb. eylemlerle işçi kitleleri ve diğer emekçiler bu hakkın pratikte genelleşmesi ve tüm çalışan halk için geçerlik göstermesini sağlamak tüm işçi ve emekçilerin hem hakkı hem de güç oluşturmaları için sorumluluklarıdır. İşçi ve emekçilerin az-çok uyanış içindeki kesimleriyle sınıf kitlesinin büyük yığınları arasındaki ilişkinin burjuva politik-ideolojik etki, dini-milliyetçi politik madrabazlıklar, sendika bürokrasisinin sermaye hesabına çalışmaları ve ayak oyunlarıyla sabote olması ve bu büyük kitlenin kendi içinden çıkan ileri işçiler etrafında birleşme yerine, sermaye fraksiyonlarından beklentilere kapılmaları, siyasal devrimci sınıf örgütlenmesinin başlıca engelleri arasındadır. Bu durum sendikal örgütlenme olanakları açısından da olumsuzluk etkenidir. Aşılması şarttır ve bunu ancak bilinçli-fedakâr ileri işçi ve emekçilerin çabası sağlayabilir.
İşsizlerle çalışan durumdaki emekçilerin konumunun sermaye partileri, sendika aristokrasisi ve burjuva iktisatçıları tarafından muğlaklaştırılması, kapitalistlerle burjuva devlet iktidarının çıkarları gereğidir. Onların emekçiler arasındaki ayrılıklardan, farklılıklardan aşırı şekilde yararlandıkları, bu durumu istismar ederek sömürü sistemi yararına olanağa dönüştürme politikası izledikleri çok açıkken, buna karşı emekçi tutumu, salt ücret sorunları temelli kavgalar çerçevesinde kalmamak gerekir.
Kapitalist gelişmenin ulaştığı düzeyde kapitalistler ve partileriyle kurumları hem emekçileri bölünmüş durumda tutmak hem de işçilerin çalışan ve işsiz kesimlerini birbirlerine karşı sermayenin gücü olarak kullanmak için daha gelişkin araçlara sahip hale gelmişlerdir. Üretim araçları daha gelişkindir ve bu durum çalışan işçilerin daha fazla sömürülmelerini, çalışamayanların çalışanlar üzerinde baskı gücü olarak kullanılmalarını, emek üretkenliğindeki artış nedeniyle daha çok kişinin işsizliğe sürüklenmesini olanaklı hale getirmektedir. Bir yandan işçilerin çalışan kesiminin aşırı çalışması ve işsizliğe itilen yedek sanayi ordusunun saflarının şişmesi, diğer yandan bu yedek ordunun çalışan kesim üzerindeki baskısı, onları aşırı çalışmaya boyun eğmenin ve sermayenin ve devletinin diktası altında kalmalarının etkeni olmaktadır. Kapitalistler zenginleşirken işsizler artmakta, yoksulların safları genişlemektedir. Buna halk kitlelerine, özellikle de sermayeye karşı mücadelenin ön saflarında yer tutan ileri kesimlere yönelik baskı ve saldırıların artışı eşlik ediyor. Bu durumun değişmesi, nesnel toplumsal ve sınıfsal durumun halk kitleleri için ve yararına olmadığının artan sayıda işçi ve emekçi, genç aydın ve kadın emekçi tarafından sadece görülüp kabullenilmesine değil, ama bu kesimlerin halk kitlelerinin, gücün örgütlü birlikte olduğunu kavrayarak bu doğrultudaki çabalara katılması için daha fazla çalışmasına bağlıdır. İşçi ve emekçiler, sermaye ve partileriyle kurumlarına karşı örgütlü bir güç haline geldikleri oranda hedeflerine ulaşırlar. Bu bilinç ne denli gelişebilirse, sınıfsal mevziler o denli kuvvet kazanmış olur.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40