08 Ocak 2022 04:17

Politikada iç ve dış ayarlar

Tayyip Erdoğan

Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: İslam YAkut/AA

Paylaş

Gazi Mustafa Kemal 1923 yılında İzmir’de tertiplenen İktisat Kongresinin açış nutkunda, Osmanlı döneminden örneklerle, dış zaferlerin ya da genel olarak dış politikanın nasıl iç politikayı perdelemede kullanıldığını anlatır. Bu usul, sanırım, hemen tüm devletlerin sıkışık dönemlerde başvurdukları çok temel politika seçeneğidir. Keza günümüzde de sorun hangi cephede yaşanıyorsa, dikkatler diğer cepheye çevrilerek yaşananların şiddeti hafifletilmeye çalışılmaktadır. Böylesi hafif dozlu politik manevraların fazla eleştirilecek bir yanı yoktur.

Ancak, ilişkilerin görünmez hal alarak, dış siyasetin iç siyaseti perdelemede kullanılarak iç siyasette gemisini yürütülmesi durumunda, ülkenin karşılaşacağı bedel ağır olabilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik konumu, maalesef, siyasi erke böyle sihirli(!) bir kapı açabilmektedir, özellikle de iç siyasette mali sıkışıklık olup, tansiyon yükseldiğinde.

Dünya piyasalarında serseri para bolluğunda zenginliğin sefasını süren iktidar ve halkımız bugün içinde düştüğü vahim durumu, birinci dönemin rövanşı olarak yaşamaktadır. Ne var ki, artık birinci dönemin bolluğu olmadığı gibi, karşımıza da yüklü faturalar koyulmaktadır. Bir kredi kartı borcunu başka bir kredi kartı ile borçlanarak kapatmaya çalışan vatandaşa benzercesine, hükümet de çeşitli şekillerde arka kapı finansmanı ve para basımı ile işleri günlük olarak yürütmeye çalışırken, daha sağlam dış kaynağa ulaşma yollarını aramakta tereddüt etmediği sezilmektedir. Ne var ki, burada da karşımıza faiz sorunu çıkmaktadır. IMF hakkında sarf edilen söz geri alınsa da, her şeyi helal, hatta kur oynamaları döneminde al-sat oyunlarını dahi helal sayıp, sadece faizi haram gören tabana dert anlatmak, özellikle de seçim hazırlıkları döneminde, iktidar mensuplarına karın ağrısı yaşatmaktadır. Bu durumda en sağlam ve tabana anlatılabilecek kaynak örtülü faizle bulunabilecek bir dış kaynaktır. Öyle ya ülkenin daha dış dünyaya peşkeş çekilecek bir dizi hazinesi, hatta Topkapı Sarayı’ndaki büyük elmas da hazır bekliyor. Öyle görülüyor ki, deva meselesi söz konusu olduğunda, ülke ile parti birbiri ile çatışmalıdır.

Ülkelerarası örtülü masa altı görüşmeler her zaman yapılabilir. Denk koşullarda yapılan görüşmelerde sorun oluşmaz. Bu durum küreselleşme olayında da yaşanır. İki denk ülkenin küreselleşme işlemlerinde karşılıklı müstefit olmaları doğaldır. Fakat farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkelerin karşılıklı ilişkisinde gelişmiş ülkenin avantajlı olduğu tarihteki olaylarla sabittir. Ağır dış borçlu olup ekonomide de sıkıntı yaşayan bir ülkenin bir ileri ülkeye ya da onun taşeronu konumundaki paravan ülkeye yanaşmasını Allah hiçbir ülkeye yaşatmasın!

Türkiye’nin iç ekonomisi sinyal verirken, dış borç da miktar ve aciliyet olarak önemlidir. Dış borcun ilgili tablolarda görülen miktarı ülke ekonomisi cesameti bakımından fazla önemli görülmeyebilir, fakat bu miktara içeride dolar bazında yapılan taahhütleri de koymak durumundayız. Bu taahhütlerin ödenmemesi durumunda Londra’daki ticaret mahkemesinde ülkenin mahkum edilmesinin önlenmesi her vade geldiğinde dolar bulunması koşuluna bağlıdır. Bu sıkışıklık doların değerini yükselterek bütçedeki yükünü de her geçen gün arttırırken, mesele Türk parası sorununu da geçmekte ve hükümeti döviz sıkışıklığına itmektedir. Böylece oluşan kısır döngüye mutlaka bir dış çözüm gerekmektedir. Hükümete güvensizlik nedeniyle, yastık altı döviz ve altın devre dışındadır.

Hükümet IMF ile bağını koparttığını ilan etmiş olduğundan, bu konuda da sarf edilmiş sözde geri dönmek şana yakışmamaktadır. O zaman da eli yüzü düzgün bir IMF protokolü ile para bulmak yerine, siyasi risklere girerek zuladaki ülke mallarını piyasaya sürerek dış kaynağa yönelmek kaçınılmaz olmaktadır. İşin acı yanı da şudur ki, çapı ufak olan bazı körfez ülkelerinin kuyruğu ya da yuları İngiltere ya da ABD gibi büyük babaların elindedir. 

İşte, ipin koptuğu yer burasıdır. Zira bu büyük ülkeler, IMF gibi program yapıp, salt faizle yetinmez, onların amacı siyasidir. Örneğin, Birinci Körfez operasyonunda Irak’a Türkiye’den girme projesi, Kahraman Gazi Meclisin ret kararı ile dönünce, ertesi gün palyaço yazarlar, ilk ABD bombasının Irak topraklarına değdiği anda Türkiye’ye bilmem şu kadar milyon ya da milyar dolar para gelecekti, şeklinde arlanmaz bir sömürge mantığı ile gazete yazılarını döşediler. Emperyalistin mantığı budur, uluslararası ilişkilerde gereğinde para da verilir, fakat onun bedeli de istenir.

Sıkışık olarak bir Körfez taşeronuna gitmek demek, bir patronun kapıdaki bekçisinden içeri girme izni istemek demektir. İçeri giremeden de, bekçi istediğinizi içeriden getirebilir, ama tepside talepler listesi de yer alır. Türkiye’nin Ortadoğu’nun önemli bir yerinde önemli büyüklükte bir ülke olması, ülke yönetiminin de aynı cesamette siyasi felsefeyle donanımlı olmasını gerektirirdi. Heyhat, böyle bir denkliğin ve derinliğin olmaması, ülke bekası pahasına siyasi örgüte beka sağlama çılgınlığına yol açabilir. Ne var ki, siyasi örgüt de ülke varlığında yaşayacağından, sonuçta siyasi örgüt de kaybeder.

Anlayamadığım, aynen kumarda kaybedenin oyundan vazgeçememesi gibi, iktidar da her gün bir başka sözde vaatlerle halkı uyutmaya çalışırken, fiyatlar halkın üzerine kabus gibi çökerken, bunların karşısında hükümet vatandaşın yaşamını adeta umursamazcasına garip kararlara imza atarken, adeta bir sevgiliye sarılır gibi AKP’ye sarılan garipler görmüyorlar mı ki, bu feci gidişin sonucunda sadece AKP’ye karşı olanlar değil, bizzat kendileri de bitecektir. Her gün biraz daha bölünmeye çalışılan ülke, üzerindeki kabusu atıp, birleşip kenetlenebidiğinde ancak hem gidişatı durdurabilir, hem de yeni şafakta bir bütünlük olarak yeniden yükselebilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa