09 Ocak 2022 04:40

Don’t Look Up ya da bir izdivaç hikâyesi

Don’t Look Up

Fotoğraf: Netflix

Paylaş

Anayasa Mahkemesi 27 Ekim’de dokuz haber ve 129 URL’ye erişim engeli getirilmesine yönelik sekiz başvuruyu değerlendirip bir pilot karar aldığını duyurmuştu. Karara ilişkin ilk haberi Habertürk’ten Fevzi Çakır vermişti, ayrıntılara, yani gerekçeli karara ancak geçen hafta ulaşabildik. Başvuranlar arasında Diken, Gazete Duvar, Birgün, Artı Gerçek, Sol.org, Şevket Uzun (Tarımdan Haber) ve Çiğdem Toker var. AYM’nin önünde Evrensel de dahil olmak üzere değerlendirilmeyi bekleyen çok sayıda başvuru var. Mahkeme sekiz başvurucunun değerlendirmesinde ihlal kararı vererek ve tazminata hükmederek bekleyen başvuruları değerlendirmeyeceğini ilan etti. Kanunun değişmesi için Meclis’e bir yıl süre verdi.

Basın ve ifade özgürlüğü açısından kuşkusuz önemli bir karar lakin bu düzenlemenin hazırlık sürecinden bugüne eleştiriler dikkate alınsaydı, AYM böyle bir karar almakta bu kadar gecikmeseydi, haber alma ve verme hakkımız bu kadar uzun süre kısıtlanmayacaktı. Şimdi mahkemelerin bu kararı dikkate alıp almadığını görecek, dahası yeni bir düzenleme için bir sene daha bekleyeceğiz.

Şimdi biraz geriye dönelim, Gezi protestolarının hemen ertesine, yaygın medyanın “penguen” sıfatını aldığı, internetin ve sosyal medyanın başat bir haber kaynağı olmaya başladığı döneme… 2014’te hükümet, kısaca İnternet Kanunu olarak bildiğimiz 5651 sayılı Kanun’un içerikleri düzenleyen 8. ve 9. Maddelerini değiştirip içeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesini doğrudan sulh ceza hakimliklerinin kararına bırakmıştı. Böylece yolsuzluk, usulsüzlük haberlerinin pek çoğu, ilgilisinin kişilik haklarının ya da özel yaşamının gizliliğinin ihlali gerekçesiyle, kamunun bilgi edinme hakkı gözetilmeden sulh ceza hakimlikleri yoluyla erişime engellenebilir oldu. O dönem bunun sakıncaları anlatıldı, tartışıldı; hatta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de kanunun içine sinmediğini söyledi. Ama sonra bir akşam “Memnuniyetle görüyorum ki iki maddeyle ilgili kaygılar yarın yeni bir yasal düzenlemeyle giderilecek. Bu düzenlemenin süratle gerçekleşmesine fırsat vermek için Macaristan'dan döner dönmez önümdeki yasayı onayladım. Hükümetimiz ve siyasi partilerimize gösterdikleri anlayıştan ötürü teşekkür ederim. Hepinize iyi akşamlar diliyorum” diye mesaj attı.

Temmuz 2020’de, habere erişim hakkı yeterince engellenmiyormuş gibi, 9. madde daha da daraltıldı.  Biz ‘Facebook, Twitter Türkiye’ye temsilci atayacak mı?​’ diye tartışırken, kişilik hakları ihlal edilenlerin talep etmesi halinde içeriğin yayından çıkarılması ve arama motorlarında ilişkilendirilmemesi de yasaya eklendi. Sonrası malum, 2020 yazından itibaren yolsuzluk haberlerine erişimin çok kısa sürede ve kolaylıkla engellenmesinin yanı sıra erişim engelleme haberlerine dair haberlerin, hatta erişimin engellenmesini konu edinen haberlerin haberlerinin dahi engellendiğine tanık olduk. Yaman Akdeniz bu durumu Christopher Nolan’ın Inception filmine gönderme yaparak “engelception” olarak nitelendirmişti. O da bu sebepten hakim karşısına çıktı, neyse ki Serhat Albayrak’ın 100 bin liralık manevi tazminat talebi ilk duruşmada reddedildi.

AYM geçen haftaki gerekçeli kararında ne diyor peki? İnternet Kanunu’nun 9. Maddesi’nin birinci fıkrasında 2020’den önce “içeriğe erişimin engellenmesini” ibaresi “içeriğin çıkarılmasını ve/veya erişmin engellenmesini” şeklinde değiştirilmiş ve dahası “sorumlu kişi” eskiden erişim sağlayıcıları iken şimdi “içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları” olarak değiştirilmiş. Yani erişim engeli yetmemiş, içerik kaldırma kolaylaştırılmış ve bundan haber siteleri de sorumlu tutulmuş. Ayrıca erişim sağlayıcılara hangi arama motorlarına bildirim yapılacağı (acaba hangi?) gösterilir de denmiş. AYM, 9. Madde’nin bu haliyle kanunen öngörülebilir nitelik taşımadığına, ifade özgürlüğünün kısıtlayabilecek keyfi uygulamalara açık olduğuna ve isteyenin ‘benim kişilik haklarım ihlal edildi’ diye başvurması halinde ilgili medya kuruluşunun haberi dahi olmadan bu kararların alınabildiğine ve bu kararların geçici değil kesin hüküm doğurduğuna dikkat çekmiş. İngilizce’de “good morning after supper” diye bir deyim var, Türkçesi için Tureng “uyan da balığa gidelim”i öneriyor. En azından 2014’ten beri dile getirilen eleştirileri AYM’nin görmesi için 2022’ye kadar beklememiz gerekti. Şimdi diyor ki AYM, bu kanunu düzeltin. Kime diyor? Sosyal medyayı “dezenformasyon yasası” ile kısıtlamaya çalışan bu iktidara.

Bu arada, daha trajikomik bir şey oldu. 25 Aralık’ta 7346 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 5894 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna bir madde eklenerek Türkiye Futbol Federasyonu’na mahkeme kararı olmaksızın korsan yayınları engelleme yetkisi verildi. Kim kullanacak bu yetkiyi? TFF’nin belirleyeceği bir yetkili (?). İnternet Kanunu’nun evrensel hukuk kurallarıyla çeliştiğinin anlaşılması için sekiz sene geçti. Bu son düzenlemenin doğrudan hukuka aykırı olduğunun anlaşılması için acaba kaç sene geçecek?

Tekrara giriyor biliyorum, ama basın ve ifade özgürlüğü sorununu “biz gelince her şey düzelecek”le çözmek imkansız, muhalefetin kapsamlı bir medya politikası belirlemesi gerekiyor.

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

“Don't Look Up” Netflix'te tüm zamanların en çok izlenen üçüncü filmi olmuş. Netflix hayatımızda ne zamandır var ki? Filmin beğeneni de çok eleştireni de. Ben ikinci gruptayım. Beğeni göreceli bir konu elbette, benim uzmanlık alanım da sinema değil. Ama medyaya dair bir iki söz etmemek zor.

Madem film iklim felaketini metaforik bir taşlamayla anlatıyor, o zaman bir ‘yerli’ olarak aklıma Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç”ı geliyor. Sene 1910, İkinci Meşrutiyet’in üzerinden iki sene geçmiş, ütopya yerini hayal kırıklıklarına bırakmış, ekonomik kriz var. Dünyaya çarpacağı iddia edilen kuyruklu yıldız Halley üzerinden toplumu eleştiriyor Gürpınar: Cehaleti, çaresizliği, eşitsizliği… Tüm kadın düşmanı imalarına rağmen mansplaining’in (erbilmişlik diye de çeviriliyor ama en sevdiğim A’çüklamak) edebi karakteri İrfan’ın, zannettiği ‘kıyamet günü’nde nedamet getirişi okura bir cesaret vermez mi?

Don’t Look Up, dev oyuncu kadrosuyla (tümünün bu filmi sosyal sorumluluk gerekçesiyle kabul ettiklerine inanmak istiyorum) bize dünyanın yok olmakta olduğunu, çok az zamanımızın kaldığını, siyasetçilerin amacının iktidarda kalmaktan ibaret olduğunu, bizim de eğlenmekten başka bir derdimizin olmadığını gözümüze sokarak anlatmaya çalışıyor. Madem dünyanın sonu geliyor, Adam McKay (filmin yazarı ve yönetmeni) bizi neden güldürmeyi tercih ediyor? Film bize “buraya nasıl geldik, bize ne oldu?​”dan öte ne söylüyor: “Düşünüyorum da, aslında her şeye sahiptik."

Çözüm önerisi ne? ‘Bilim insanlarını ciddiye alın’. Peki, o zaman neden bilim kadını Kate Dibiasky’nin toplum duyarsızlığına verdiği, sinir krizini andıran tepkisiyle Greta Thunberg çağrışımı yapılıyor? Ters köşe Trump olduğu tartışmasız kabul edilen başkan Janie Orlean’in (Meryl Streep) Oval Ofis’inde neden Bill Clinton’la sarılmış fotoğrafı var?

Film siyasetçileri eleştiriyor, medyayı eleştiriyor, toplumu yerden yere vuruyor lakin şirketlere hiç bulaşmıyor misal. Bari tutarlı olup filmin sonunda çekim için zayi edilen karbonu açıklasa, hiç değilse mesajı bir yerden yakalayacak. Evet, Hollywood ve evet daha da kötüsü Netflix, bize hiciv / kara komedi diye ancak bunu sunuyor.

Ekim ayında komedi starı Dave Chappelle’in gösteride kullandığı ifadenin transfobik olduğunu düşünenler ayağa kalktı, ABD’de Netflix günlerce protesto edildi. Cem Yılmaz yeni yılda çok seyredilen “Diamond Elite Platinum Plus” gösterisinde kendisini ayrımcılık yapmakla eleştiren masaj görevlisine yaptığı “Ben homofobik değilim ama sen fazla isteklisin” esprisini anlatabiliyor, salonda kahkahalar…

Herbert Schiller’in medya emperyalizmi kuramı 90’larda çok eleştirilmiş, adeta ‘geçti bunlar’ denmişti. Oysa Schiller ve devamındaki başka Marksist eleştirmenler, kavramın ortadan kalkmadığını sadece sömüren ve sömürülen ülkelerin sermayedarlarının artık birlikte hareket ettiklerini anlatmaya çalışıyorlar. Hangi pazara ne gider, kim neye güler… Politik taşlamayı “tüm zamanlar”la cilalayıp satarsınız. Bize ‘yukarı bakmayın’ derken, oralarda bir yerlerde bir izdivaç var. Ve sermaye hiçbir zaman İrfan gibi dizlerinin üzerine çöküp nedamet getirmeyecek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa