09 Ocak 2022 04:45

Hafızanın kötülükle kavgası

Aysel Tuğluk

Aysel Tuğluk | Fotoğraf: MA

PAZAR
Paylaş

Yaş aldıkça mı yoksa yaşamak işi üzerimize geldikçe mi bilmiyorum, tahammülümün azaldığını hissediyorum. 

Bunu konuştuğum benden büyük bir arkadaşım; “Hoş geliyor yavaştan orta yaşlar. Bu, insanın aydınlanma çağıdır bir nevi” demişti.

Olmak istemediğin yerde uzun süre durmuyorsun mesela, sıkıldığın ortamda kalmıyorsun, yoran insanla görüşmüyorsun.

Yaş aldıkça -mış gibi yapamıyorsun, yapmaya da çalışmıyorsun aslında. Kendin olmaya harcadığın seneler biriktikçe, emeğine saygıdan belki de, harcatmıyorsun hislerini, kendi alanını rahatça çizebiliyorsun.

Elindeyse tabii.

Yapamadığında gençken olduğunun iki katı yıpranıyorsun. Ömrüne de yazık oluyor bir yerde.

Cahille sohbeti kestim dönemine girdiğimi hissediyorum, giresim var. Cahilliğin eğitimsizlik ve bilgisizlikten ayrı bir tanımı var.

İngilizce karşılığı olan sözcüklerden biri “benighted” karanlıkta kalmış, karanlıkta bırakılmış, karartılmış...

Karanlık tarafı seçmişler bunu sadece eğitimsizlikten ya da elinde olmayan bir aptallık sebebiyle yapmıyor. Tercihli bir cehaletle karşı karşıyayız. Çok da övüldü yıllar içinde, prim yapması normal.

Bir fırsatçılık, kötücüllük saklı bu kelimede.

Cahil cesareti deyimi de aptalın bilmemekten gelen korkusuzluğunu değil, cahilin kötülüğün kazanacağına olan tecrübeye dayalı cesaretini anlatıyor bence.

Başka ülkelerde kendimi cahil hissedip utandığım olmuştur. Farkında olmadan bir sıraya kaynak yapmışımdır, bir gişede işi uzun sürene oflamışımdır, açtığım kapıyı tutmayıp ardımdan gelenin üzerine bırakmışımdır, asansörden inene yol vermemiş içeri atlamışımdır, metroya kalabalıktan binemeyeceğimi sanıp sarı çizgide bekleyip uyarılmışımdır. 

Ben bilmiyor muyum bu kuralları, biliyorum hem de ne biçim. Ama uygulamaya çalıştıkça o kadar ezilmişiz ki günlük hayatta bildiklerimiz değil tecrübeler reflekse dönüşmüş.

Avrupa’ya göçenler üzerinde bir araştırma buldum, 2017’den. Gül gibi IQ’muz göçün ilk senelerinde düşüyor görünüyor. Beşinci seneden itibaren eskisinin de üzerine çıkıyor.

Kurallarla boğuşmaktan ve kuralsızlığı denemekten aptala dönüyor, alışınca kendi çıtamızı aşıyoruz diye anladım. 

Ikea mobilyaları kurmaya çalışırken parça artırmanın bir başarı ve zeka belirtisi olmadığını zaman içinde öğrendiğimiz gibi. Endüstriyel tasarımcının yetkinliğini sorgulayıp matkapla her daldığımızda mobilya elimizde kaldı ve bilgiye, tasarıma, yetkinliğe saygı duymayı öğrendik. Kullanım kılavuzunu önümüze sermeyi kabul ettik.

Bu kadar para verip ziyan ediyor olmasaydık öğrenmezdik belki.

 

Seneler önce bir iş seyahatinde takside, arka koltuktan başımı şoförün navigasyonuna uzatmış tedirgin sorular soruyordum.

Adam her seferinde hangi yoldan nereye nasıl gideceğini sabırla anlattıktan sonra “Siz iyi misiniz?​” dedi. Bilmem o tonlamayı anlatabilir miyim; “Aptal olduğunuz için mi anlamadınız güzergahı yoksa başka sorunlarınız mı var?​” der gibi.

Ben ne bileyim öyle taksiye otur yolu seyret, avro ile öde, kendi evimizde öyle bir konfor yok ki? Sonra yurda dönüp şirkete masrafları verirken “20 avroluk yola 75 avro fatura getirmişsin, sen kimi kandırıyorsun?​” demesinler?

Taksici bana dedi ki: Bak en kestirme yola ayarlanmış navigasyon cihazı, şurada da bölgeler arası tarife asılı, vereceğiniz tutarı şimdiden söyleyeyim siz rahat edin, zira değişmeyecek. Bu yol güzel bir yol, siz arkanıza yaslanıp ağaçları seyredin.”

O kadar cahilim ki keşke oracıkta ölsem dedirten anlar işte. Yol güzel, yola bakma şansı olana, görebilene.

El alem bizim kadar yorulmuyor yaşarken. Sürekli kendini kolla, cüzdanı kolla, boş metrobüs kolla, taksi değişim saati kolla, alışveriş yapmadan önce internetten asıl fiyatı kolla, kampanya kolla, ucuz tarife kolla, çıkma parça kolla...

Bu kollamaları zeka sanıyoruz biz, çakallıktan sayıyoruz.

Oysa zincirleme bir cehaletin dayattığı zaruri haller.

 

Yirmi yıldır bu ülkede bir sürü insan dört koldan iki kere ikinin dört ettiğini anlatmaya çalışıyor. Kötüye ve cahile. Biri yekten reddediyor, diğerinin anlamak işine gelmiyor.

Bu kadar basit bir matematik için bile orantısız bedeller ödeniyor.

Dolar 10 lira olacak diyenlerin yargılanması, 20 Aralık gecesi hakkında yorum yapan ekonomistlere soruşturma açılması gibi.

Kadın hareketinin yıllardır “Bizi öldüremezsiniz”i anlatmaya çalışıp gazla ve copla karşılaşması gibi.

Gazeteciyi gazetecilikten tutuklayamazsınız diye bağıran gazetecinin de gözaltına alınması gibi.

Karşısındaki argüman hep aynı: dış güçler maşası, alfabenin tüm harfleri kombinasyonu-permütasyonu terör örgütü iltisaklı, bunlar var ya bunlar...

Açlığın yiyecek yemek bulamamak olduğuna, kuyruğun ekmek için olduğuna, yargının bağımsız olmadığına, insanın insan olmaktan doğan hakları olduğuna, devletin halka karşı yükümlülükleri olduğuna, en güzelinin eşitlik ve barış olduğuna ikna olmamak cahilliğin ne çıtası?

Bir cahile evrensel doğruları reddetmenin net kötülük olduğunu anlatmak çok zor, burada artık kendi çıtanı aşıyor, karanlık tarafa geçiyorsun diye haykırsan anlayacak mı?

Bu yazıya başka türlü başlayacaktım, hak ihlallerinden yola çıkıp sona gelecektim. Baktım hepsini saymaya yerim de yok mecalim de. Bilen zaten biliyor, cahil de bırak gazetemizi hiçbir şey okumuyor. 

Ben Aysel Tuğluk’u yazacaktım. Bu hafta binlerce kadın bir araya geldi ve “Aysel Tuğluk’a Özgürlük” diye ses yükseltti.

Aysel Tuğluk henüz 56 yaşında. İleri derecede demans. İnsan 56’sında demans yaşar mı?

Arkadaşımın dediği gibi bu yaşlar insanın bir nevi aydınlanma çağı, artık kendisi gibi, kendisi için de yaşamaya başladığı çağ.

Aysel Tuğluk’un tek bir günü olmadı tamamen kendisine ait. Ne olmak istemediği yerden çıkıp gidebiliyor ne cehaletin kötülüğünden uzaklaşabiliyor.

Bunca hukuksuzluk içinde bir hukukçu, bunca şiddet arasında bir kadın hakları savunucusu, bunca ayrımcılık ortasında Kürt, bunca baskı ortamında bir vekildi.

O lanet olası yerin dibine batası “güçlü” sıfatı var ya, bu ülkede ayakta duran her kadın için sarf edilen, olmak zorunda bırakıldığımız o “güçlü” sıfatını tüm ağırlığıyla taşıyan kadınlardandı.

Geçmişinde katledilmiş bir soyağacı, cezaevinde öldürülmüş bir abi, toprağa verdiği meslektaşları, arkadaşları, haksız tutukluluklar... 

Yaşıyorsan ve hâlâ bildiklerini anlatıyorsan, kendin kalıyorsan güçlüsün işte.

Bu iktidar kendine kutsal kıldığı anneliği yeri gelince bir silah gibi doğrultuyor üzerimize. Bu sefer Aysel Tuğluk’u annesiyle vurdular.

Annesinin vasiyetini yerine getirmesine izin vermediler, mezarına saldırdılar, kendi elleriyle toprağa vermesine mani oldular.

Hafızasının silinmeye başlaması bundan sonra. Güçsüzlükten değil, zihni kendini kapatıyor. Dayanılacak acıların sınırı çoktan aşıldığı için.

Şimdi binlerce kadın, Aysel Tuğluk nezdinde ağır hasta tutukluların cezaevinde tutulmasının insan haklarına, hukuka aykırı olduğunu anlatmak için imza veriyor, ses çıkarıyor.

Kötülüğün çıtasını anlatmaya çalışıyoruz, bir kez daha. İnsanlığı dayatıyoruz, insan kalmaya çalışarak.

Bilmez, görmez, duymaz, anlamaya çalışmaz bir cehaletin karşısında binlerce kadın yükleniyor silinmekte olan bir zihni: Binlerce kadında Aysel’in hafızası.

 

Bu ülke bu özgürlüğü borçlu Aysel Tuğluk’a.

Bu zorlu hayat yolculuğunun son virajında, hiçbir şey düşünmeden arkasına yaslanıp ağaçları seyretmek en çok onun hakkı.

 

Cehalet yangını sönene kadar direnmeyi kesmeyeceğiz.

Ne Aysel Tuğluk yalnız ne de biz.

Sarılalım birbirimize, güçlü olmak zorunda kalmayacağımız günleri, bir aydınlanma çağını görebilmek dileğiyle.

İmzaya katılın kadınlar:

www.Ayseltuglukicin1000kadin.org

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa