Cinsiyet, ırk ve biyoloji
Fotoğraf: Ali ÇARMAN/EVRENSEL
Birkaç haftadır aktardığım toplumsal cinsiyet düşmanlığı üzerine araştırmalar içinde Viyana Üniversitesi’nden Stefanie Mayer, Edma Ajanović ve Birgit Sauer’in makalesi ilginç bir vaka olarak Avusturya’daki aşırı-sağ ideoloji ve sağ popülist söylemleri konu ediniyor. Yazarlar, anti-feminizmin her zaman aşırı sağın repertuarında olduğunu teslim etmekle beraber son yıllarda yeni bir dalganın yükseldiğini vurguluyorlar (“Man, Woman, Family. Gender and the Limited Modernization of Right-Wing Extremism in Austria”, Right-Wing Populism and Gender: European Perspectives and Beyond içinde, Gabrieke Dietze ve Julia Roth (Der), Bielefeld, Transcript, 2020, 101-115). Bu dalganın ayırt edici özelliği toplumsal cinsiyet kavramını ve bu kavramı kullanan kuramları hedef alması.
Mayer, Ajanović ve Sauer çalışmalarında Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) gibi sağ popülist bir aktörü, Kimlikçi Hareket (İBÖ) gibi yeni-sağ olarak adlandırılan aktörleri ve Gündem Avrupa gibi Hristiyan köktencileri inceliyorlar. Çalışmanın ana hatlarını şöyle özetleyebilirim:
Nazi tecrübesinden ötürü İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avusturya’da etnisiteyi vurgulayan (völkisch) bir milliyetçilik propagandası yapmak mümkün değildi. Böylece Alman milliyetçiliği yerine Avusturyalılığı öne çıkartan bir söylem rejime rengini verdi. Aşırı-sağ aktörler bu engeli aşmak için iki farklı modernleşme stratejisi izlediler. Birincisi, 1990’ların başında FPÖ’nün yaptığı gibi agresif bir Avusturya yurtseverliği söylemi benimsemekti. Gerçi parti programı Avusturyalıların Alman etnik grubunun bir parçası olduğun beyan etmekte, dil ve kültür birlikteliğinin altını çizmekte, ama parti genelde Avusturya milletinin ideolojik ve kurucu unsurları hakkında sessiz kalmakta. İkinci strateji ise kimlikçi hareketler tarafından izleniyor. Bu aktörler ideolojik modernleşme adına odaklarını ırk ve etnik hiyerarşilerden doğal ve ebedi farklılıklara çevirdiler.
Yazarlar, aşırı-sağı toplumsal cinsiyet, etnisite/ırk ve sınıf ekseninde oluşan “toplumsal eşitsizliği doğallaştıran, meşrulaştıran ve normalleştiren ideolojik unsurlar bütünü” olarak tanımlıyor. Bu ideolojinin merkezinde biyolojik olarak bir bütün olarak tanımlanmış “doğal halk” (Volk) tahayyülü yatıyor. Ancak halk (Volk) kavramı Nazizm tarafından kullanıldığı için yeni aşırı sağ bu kelimeyi etno-kültürel gruplar terimiyle ikame ediyor ve kültürün doğallaştırılması yoluyla etnik açıdan homojen bir grup tanımlıyor. Yazarlara göre aşırı-sağı analitik bir kavram olarak tanımlamak ideolojiyi anlamaya yardımcı oluyor, ancak bu ideolojinin somut söylemlerde nasıl ifade edildiğini incelemek için siyasal alanı dost-düşman ilişkisi çerçevesinden şekillendiren sağ popülizm kavramına da ihtiyaç var.
Avusturya’daki toplumsal cinsiyet söyleminin iki kolu var:
1) Toplumsal cinsiyet farklılıklarının doğallaştırılması, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve heteroseksüelliğin hiyerarşilendirilmesi: Heteronormatif söylem ebeveynlik, evlat edinme, çocuk bakımı ve eğitimi konularında ve cinsiyet ikiliğini açıkça ihlal eden kişilere karşı biyolojiyi öne süren bir saldırı stratejisi izliyor. Aşırı-sağcılar açıkça cinsiyet eşitliğine karşı çıkmaktan çekiniyor ve küçük bir elitist azınlığın militan ideolojisi olarak tanımladıkları feminizmi hedef alıyorlar. Kendilerinin kadınların çoğunluğunu temsil ettiğini iddia ettikleri bu söylemde aşırı sağcılar, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan politikalardan sadece küçük bir azınlığın yararlandığını, oysa annelerin bunlardan faydalanmadığını öne sürüyorlar. Aşırı sağcılara göre “toplumsal cinsiyet ideolojisinin” egemenliğinde esas kaybedenler heteroseksüel kadınlar. Aşırı sağ bu iddiasını desteklemek için doğal kadın ve doğal erkek arasında doğal ilişkiler olduğunu ve bunların doğal aileleri oluşturarak halkın hem doğal biyolojik hem de kültürel olarak yeniden üremesini sağladıklarını vurguluyor. Böylece bu söylemlerde doğaya atıflar eşitlik politikalarının hedeflediği iktidar ilişkilerini görünmez kılıyor. LGBTİ+lar ve feministler aile ve doğal kadınlara karşı bir azınlık olarak kurgulanırken heteroseksüel bir bütün olarak tanımlanan halk, sınıf başta olmak üzere her türlü farklılığa karşı homojenleştiriliyor. Doğa, cinsellik ve toplumsal cinsiyet eksenli eşitsizliğin temeli haline gelirken aşırı sağcı üreme politikalarına da zemin hazırlıyor.
2) Mülteci karşıtlığı ve Müslüman karşıtı ırkçılık. Aşırı sağcı ideolojinin bir diğer ayağı da yazarların “toplumsal cinsiyetlendirilmiş ırkçılık” veya “cinsiyetçiliğin etnikleştirilmesi” adını verdikleri bir söylem. Önceki paragrafta bahsettiğimiz heteroseksist söylemin tersine bu söylem göçmenlere karşı kadın-erkek eşitliğini savunduğunu ve yabancıların yerli kadınlara bir tehdit oluşturduğunu iddia ediyor. 2015/2016 yılbaşında Köln’deki sokak kutlamalarında 1200’ün üzerinde kadının saldırıya uğradığı geceden sonra bu söylem iyice güç kazandı. Yazarlara göre kadınlara yönelik şiddetin yabancılaştırılması, etnikleştirilmesi ve ırksallaştırılması yerli ve yabancı değerlerin uzlaşmazlığını gösteren daha soyut ötekileştirme biçimleri için bir mihenk taşı oluşturuyor. Bu söylemde cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve homofobi (çoğunlukla Müslüman mülteci) “ötekilere” yansıtılırken, yerli ve milli “biz” toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına almış, aydınlanmış bir halk olarak kurgulanıyor.
Mayer, Ajanović ve Sauer’in incelemelerinin en dikkat çekici yönü sağın birbiriyle çelişkili iki söylemi nasıl birleştirebildiğini göstermesi. Siyasi söylemlerdeki tutarsızlığı bir zayıflık olarak değerlendiren analizlerin aksine bu perspektif çelişkili söylemlerin sağa nasıl bir manevra alanı açtığını gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor. Nitekim, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğallaştıran heteroseksizm ve cinsiyetçiliğin yabancı kökenli olduğunu savunan ırkçılık kadınların üreme işlevine indirgendiği yerli ve milli bir nüfus politikasında birbirini tamamlıyor. Nüfusu azalan Avrupa’yı kadın düşmanı mültecilerin istilasından korumak için kadınlar annelik için görev başına çağrılıyor. Bu güncellenmiş aşırı sağcı ideolojide toplumsal cinsiyet karşıtlığı Nazizmden bu yana tabu haline gelen (sözde) biyolojiye dayalı ırkçılığa yeni bir kisve sunuyor. Cinsiyetin biyolojisi ırkın biyolojisinin yerine geçerken aşırı sağ toplumsal eşitsizliği doğallaştıracak, ebedileştirecek ve yüceltecek yeni bir söylem üretiyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22