Enes’in çığlığıyla tutulan ayna

Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri | Fotoğraf: Evrensel
“İçinde bulunduğum durumda gerçekten tüm yaşama hevesimi, sevincimi kaybettim... 19 yaşımı asla böyle hayal etmemiştim...” İntiharla sona erdiği söylenen (ki resmi bir bilgi hâlâ yok!) kısacık hayatındaki son durakta bunları söylüyor Enes. Daha 19 yaşında, gençliğin cıvıl cıvıl çağında, yüz yaşına özgü bir yorgunluk, yıkım ve hayal kırıklığıyla son sözlerini söyler duruma gelmesi, bu ülkeye tutulmuş bir boy aynasıdır aslında. Enes’in hayatı da intiharı da sadece Enes’in değil çünkü. Düşlediği, doğru bulduğu hayatı yaşayamamasının, derin bir geleceksizlik duygusunun girdabından kurtulamamış oluşunun nedenlerini anladığımızda onun ölümünün gerçek failini de görmüş oluruz.
Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara, Elazığ’da bir cemaat evinde kalıyordu. Ülke genelinde faaliyet gösteren binlerce evden birinde. Ev ama aslında kayıtsız, izinsiz, denetimsiz, yasa dışı öğrenci yurdu... Kayıtlı cemaat yurtları da denetlenmiyor gerçi. Zaten kim kimi denetleyecek ki; ilgili iktidar birimlerinde kadrolaşılmış, siyasal iktidarın bir parçası olunmuşken. Aynı zihin dünyasına sahip, aynı ideolojik/kültürel hegemonya çabasında, siyasal iktidarın toplum içine uzanmış eli kolu durumundaki tarikat/cemaat yapılanmasının eli de kolu da tamamen serbest.
İKTİDARIN GAYRİRESMÎ ‘KAMU KURUMLARI’!
Barınma ihtiyacındaki gençlerin, iktidar politikalarının farklı dolayımlarıyla yönlendirildikleri bu ev ve yurtlar, gerçekte yoğunlaştırılmış eğitimler verilen ideolojik/kültürel kamplardır. Kamu hizmeti konusu olması gereken öğrencinin barınma ihtiyacı, önemli ölçüde siyasal İslamın temel bileşenlerinden olan tarikat/cemaat ağlarına bırakılınca, buralarda yapılan özel eğitim de cemaat ve tarikatlar eliyle yapılmış bir tür ‘kamu hizmeti’(!) oluyor. Bir dönemin sivil toplumcu yaklaşımının özellikle Fethullahçılar nezdinde cemaat ve tarikatları ‘sivil toplum kuruluşu’ olarak belleten parlak argüman, bugün bir başka evreye sıçratılmıştır bu iktidar tarafından: Bu yapılanmalar artık fiili olarak (en az Diyanet kadar) ‘kamu kurumu’ niteliğinde işlev görmektedirler. Gelinen nokta aynen budur: Tarikat ve cemaatler AKP iktidarının gayriresmî kamu kurumlarıdır adeta!
ÇARKIN İÇİNDEN BİR ÇIĞLIK
Her yıl ortalama 1 milyon öğrencinin bu iktidar/cemaat fiili ortaklığının ev/yurt tezgahından geçtiği belirtiliyor. Enes’in daha çocuk ömrü de o tezgahta öğütüldü işte. Tarikat/İktidar eşgüdümüne eklenti olmuş ailelerin de zoruyla ve ‘ceset gibi teslim olacaksın’ parolasıyla bu tezgaha sürülmüş binlerce kurbanın içinden biriydi. İçine itildiği ve babasının “Manevi olarak ahiretine faydası olsun istedim” diye gerekçelendirdiği cemaat evinde dönen bu ‘çark’, öğrenci olmanın diğer zorluklarıyla birlikte nefes alamaz hale getirdi onu.
“Haftada sadece üç saat kalıyor bana” diye serzenişte bulunurken, tarikat eğitiminin yuttuğu zamanı kendisine ait hissetmediğini de anlatıyordu bir bakıma. Bir yarılma, yabancılaşmaydı bu. Doğru bulmadığı, sorguladığı bu yaşam tarzını yaşama zorunluluğu ise çok daha keskin bir hesaplaşma içine sokmuştu Enes’i. Ölümle hayat arasında, ölüm-kalım hesaplaşmasını yaşadı. Bir başka hayatın da başka bir çözümün de mümkün olabileceğini salık veren imkân ve olanaklardan da uzak olunca, içinde bulunduğu o keskin hesaplaşma ölümün kucağına itti Enes’i. Gider ayak yaşadıklarını anlattığı video bir çığlıktı aslında. İçerden bir çığlık. “Ölümüm yaşamımdan önemli olur belki” demişti. Görünüşte öyle belki. Ama nasıl ölümüne değil de yaşamına, yaşamını zehir eden o karanlık kuşatmaya dair ise Enes’in çığlığı, ölümünden sonra günlerdir tartışılan ya da daha çok tartışılması gereken de o kuşatmanın kendisi olmalıdır.
HAKLILIĞIMIZ AMA KİFAYETSİZLİĞİMİZ
Evet, başta dediğimiz gibi, Enes’i ölüme götüren süreç ve mekanizma bir boy aynasıdır. Siyasal İslamcı iktidarın o aynadaki görüntüsünü özetlemeye çalıştık. Sadece iktidar değil ama, herkese tutulmuş bir aynadan söz ediyoruz. Örneğin o boy aynasında öteden beri bu karanlık gidişata itiraz edip dillendiren, neo liberal gözü dönmüşlüğü de kuşanmış siyasal İslamcılığı deşifre etmeye çalışan ilerici demokratik güçlerin haklılığını görmek mümkündür. Ama sadece bu değil payımıza düşen; Enes ve Enes’lere yetişememe, ulaşamama kifayetsizliği ya da güçsüzlüğü haklı ve doğru olmaktan çok daha yakıcı, incitici bir başka gerçeğimizdir.
SUSKUNLUĞUN SEFALETİ
Yine o aynada, “aman muhafazakâr, dindar çevreleri karşıma almayayım...” türü kaygılarla olsa gerek, Enes’in ölümünden sonra kekemeliği tutan muhalefet çevrelerinin sefaletini görmek de mümkündür. Başka zaman dilden düşürülmeyen ‘laiklik’ mesajı bile verilemedi. Bu konuda çok eleştirilen ‘ana muhalefet’ lideri suskunluğunu “etik sebepler” ve “bilimsel saikler”le açıklamaya çalıştı. Sanki intiharın kendisini ya da biçimini konuşmak gerekiyormuş da pedagojik bir sorun çıkacakmış gibi. Tamamen siyasetin konusu olan bir mesele bu oysa. Hem ekonomik hem siyasal boyutlarıyla iktidarla aynı habitatı paylaşan, birbirlerini besleyen bileşenlerden bahsediyoruz. “Sosyolojinin konusu” denilerek de geçilemeyecek yapılanmalar... Gerçekten de “seçim kapıda, gücendirmeyelim” kaygısıysa konuşturtmayan, bırakın holdingleşmiş cemaatin/tarikatın başını tutanları, kaybettiği oğluna cehennem azabı çektirmiş koşullar için “güzel yerdi, şikayetim yok, cemaatin hiç bir zararını görmedim” diyebilen cemaat üyesi o babadan da size zırnık kadar oy falan gelmez. Böyle hesaplar adına sessiz kalmanın zul ve ayıp olması bir tarafa, yapılan hesapların karşılıksızlığı da ortada zaten.
‘GERÇEK İSLAM BU DEĞİL’!
“Zamanı gelince gereken yapılacaktır” diyor Kılıçdaroğlu, tepkisizliğini örtmek için. Gelmesi beklenen zaman da seçim olsa gerek. Seçim gelecek, CHP iktidar olacak, gereken yapılacaktır! Enes’in intiharından siyasetin konusu olabilecek şey sadece bu kadar yani. Çocuk kızkardeşlerinin geleceğinden endişeli mesela. Muhalif siyasetin ilgi alanına nasıl girmez? Çocuklara yönelik tecavüz ve tacizler, intiharlar, kafa kesmeler, yanarak ölmeler... Yaşanan onca musibetten sonra “Cemaat evleri/yurtları kapatılsın” diyecek cesareti bile bulamayan bir muhalefetin neyi ne kadar çözebileceğini varın tahmin edin artık. Enes kardeşimizin attığı çığlığı basit seçim hesabının labirentlerinde buharlaştıran bir muhalefet çizgisinin, hangi sorunu ne kadar buharlaştıracağı da şimdiden öngörülmeyecek gibi olmasa gerek...
Enes’in tuttuğu boy aynasına yansıyan bir başka sureti de ihmal etmeyelim bitirirken... “Gerçek İslam bu değildir” ya da “Dinimizde cemaat ve tarikatların Enes’lere reva gördüğü şeyler yoktur...” vb. diyenlere de sözümüz olsun. Gerçek İslam’da ne olup olmadığını bizimle tartışmanıza gerek yok. Bizi ikna etmeye de çalışmayın. Varsa bir samimiyetiniz, bir iddianız, bizzat bu tarikat, cemaat ve onların hamisi iktidarla tartışın. Ve en önemlisi, size de aynı öneri: “Tarikat ve cemaat yurtları/evleri hemen kapatılsın” diyebiliyor musunuz?
Sesinizi biraz açar mısınız lütfen, duyamıyoruz da!
Evrensel'i Takip Et