İptal kültürü denilen bir ‘Deli Mehmet Rüzgarı’ mıdır?
Fotoğraf: Eren Ergine/Evrensel
BBC’nin editöryel politikasından sorumlu müdürü David Jordan, geçen hafta Lordlar Kamarası’nın iletişim ve dijital komite toplantısında dünyanın düz olduğuna inananların da yayına çıkma ve kendi görüşlerini savunma haklarının olduğunu söyledi. Jordan’a göre, BBC’de her görüşe yer verme sorumlulukları olduğu gibi, eğer dünyanın düz olduğuna inananların sayısı daha fazla olsaymış daha fazla yer ayırmaları gerekebilirmiş. Şöyle devam ediyor “Bazı grupların zannettiği gibi iptal kültürünü benimsemiyoruz”.
Bunu söyleyen ticari bir yayın kuruluşunun yöneticisi olsaydı belki ekonomik gerekçeleri (izleyici kaybetmeme vs.) göz önünde bulundurarak önemsemeyebilirdik, lakin BBC bir kamu yayıncısı, dahası benimsediği editöryel standartlarla model alınan bir kamu yayıncısı.
Konu düz dünyacıların temsil sorunundan ibaret değil, daha doğrusu konu o değil. Tartışmaları takip edebildiğim kadarıyla esas sorun BBC’nin içinde kopan fırtına. Jordan, gayet bilinçli bir şekilde temsil ve tarafsızlık konusunu dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğuna dair olmayacak bir çıtaya yükseltiyor. Çünkü medya kuruluşları tarafsızlık, trans hakları ya da nefret söylemi konusunda çalışanlarından gelen tepkilerle de yüzleşmek zorunda kalıyor. Neticede gazeteciler de toplumun bir parçası. Geçen hafta David Chapelle’in yaptığı bir espri nedeniyle Netflix’in içinde nasıl bir kıyamet koptuğundan bahsetmiştik. Bu arada bir ek bilgi olarak Netflix bu espri yüzünden programa müdahale etmedi, buna itiraz eden ve protestoyu tetikleyen çalışanını işten çıkardı.
Bunların batı demokrasilerine özgü dertler olduğunu düşünmeyin. Sinan Birdal’ın bir süredir Evrensel’de yazdığı toplumsal cinsiyet ve ideoloji tartışmaları da, bir yandan destek, bir yandan da tepki gördü. Sonuçta kavram setinden, dayanılan kaynaklara, sunulan çerçeveye kadar hepsi ideolojik birer seçimin ürünü. Ve işçilerin, emekçilerin hakları ya da yoksulluk sorunundan çok uzak konular değil. Örneğin hijyenik ped ya da tampon gibi ürünlere uygulanan vergi ve bunlara erişimin giderek zorlaşması (Derin Yoksulluk Ağı’na göre Türkiye’de kadınların yüzde 82’si bu ürünlere ulaşamıyor) sorunu kimin regl olup olamayacağına, daha açıktan bir vajina sorununa indirgenerek tartışılıyor. Bunun altında yatan temel sorun kimlik siyaseti ile sınıf siyasetinin kesişmesi, bunun avantajları olduğu gibi çatışma yaratan yanları da var. LGBTİ+ hareketi içinde sosyalist olmayan hatta sağ siyasete kayan gruplar olduğu gibi, sosyalist olmak da kimseyi homofobiden ya da transfobiden kurtarmıyor. Bu çatışma alanının sahnesi daha ziyade sosyal medya; çünkü geleneksel (ve çoğunluğu erkek egemen kültürde yetişmiş) medya profesyonelleri kavramlardan habersiz ve bunların üzerinde politika üretmeye hem üşeniyor (çünkü üzerinde okumak, düşünmek gerekiyor) hem de korkuyor. Geçmiş yıllarda bir haber sitesinin sırf bu tartışmalar yüzünden forum bölümünü kapattığını hatırlıyorum. ‘Anlamıyor ve baş edemiyorsak kapatalım gitsin’. Sosyalizmi, Kürt sorununu, Alevi sorununu tartışmak nispeten daha az maliyetli, kimin kim olduğu, nerede durduğu, hangi bakış açısının nelere yol açtığına dair en azından hem bir literatür hem de deneyim söz konusu. Bu tutum aslında David Jordan’ın ‘düz dünyacıların da temsil hakkı’ var çözümünden farklı değil: “BBC çalışanları önyargılarını kapıda bırakırlar… Kişisel olarak aynı fikirde olmayacakları bakış açılarını duymaya hazır olmaları gerekir.”
Cinsiyet, biyolojinin de sosyolojinin de, tabi ki başka disiplinlerin de konusu, her iki alanın dayandığı çalışmaların sonuçları, geçmişi hatırlatarak, halen çok tartışmalı. Kısacası bilim de ideolojiden ari değil, medyanın yalnızca “birilerine” sorarak, görmezden gelerek daha kötüsü elmalarla armutları aynı sepete koyarak bu işten sıyrılması da kolay görünmüyor.
David Jordan’ı asıl endişelendiren “iptal kültürü”nün bir parçası olmak. Çünkü bahsedilen Ege’nin “deli mehmet” rüzgarı gibi nereden vuracağı belli olmayan bir muamma, sosyal medya üzerinde örgütlenen bir dışlama pratiği. “Penceremin perdesini havalandıran rüzgar” diye sesiyle odamıza dolan Leman Sam’ı, sosyal medyaya boca ettiği Araplardan, Çinlilere, Japonlara varan nefreti nedeniyle ‘cancel’layalım mı yoksa şarkılarını seviyoruz diye hoş mu görelim? Leman Sam gibi düşünen binlerce insan var ama… Çok seslilik adına seslerini duyurmalarına destek mi olalım? Bu örnek bu tartışmaya uygun olmadı mı? E zaten hiçbiri olmuyor…
Bu tartışma Halk TV’ye konuk olan, Kabataş Yalanı’nı savunması üzerinden eleştirilen Nihal Bengisu Karaca’nın konuyu alakasızca başörtülü olmasına çekip, ‘beni karşınıza alıyorsanız toplumun yüzde 65’ini karşınıza alıyorsunuz’ demeye getiren, eleştirenleri “woke pelerini altında” halk düşmanı, İslamofobik olarak nitelemesine de benzemiyor mu? Çok enteresan bir şekilde “woke kültürü*” ABD sağcılarının benimsediği eleştiriyken bir banknot gibi nasıl dönüp dolaşıp Karaca’nın sola dair eleştirisinin üzerine konuyor? Bazen hiç beklemediğiniz şekilde burada kendisini solda tanımlayanın ağzından çıkıveriyor. İptal kültürü ile woke kültürü tartışmaları nerede ve kiminle başlıyor? Woke kültürü nasıl oluyor da burada başörtüsü mücadelesinden ‘beni eleştiriyorsanız seçim kazanamazsınız’a, İngiltere’de ‘düz dünyacıların da söz hakkı vardır’a esneyebiliyor?
ABD’de 6 Ocak 2021 Kongre baskınının yıldönümünde, Guardian’da Jonathan Freedland, Trumpizm tehdidinin şu anda her zamankinden daha korkunç olduğunu belirtiyor ve diyor ki “Sonbahardaki ara seçimlerde seçmenin yükselen faturalara öfkesinin Biden’a çıkma olasılığı yüksek ve bu, Amerika'yı ve demokrasiyi önemseyen herkesin kanını donduracak bir olasılık.”
Medyada tarafsızlığın artık bir boş gösteren ve nefret söyleminin sınırları üzerine hatırı sayılır araştırma olmasına rağmen belli ki tıkanan yerler var. Bu tıkanıklıktan kaçmak çözüm değil, aksine üzerine düşünmek ve politika üretmek, buna bir platform oluşturmak elzem olan. Gazeteciler (ve hatta siyasetçiler) buradan kaçtıkça işler daha da sarpa sarıyor. Ana akımın sunduğu modeller de giderek sarsılıyor, daha ilerici bir tutum yine bu mecralardan çıkacak. Komünist Manifesto’da Marks ve Engels “Bir döneme egemen düşünceler, hep yalnızca egemen sınıfın düşünceleri olmuştur” der. Peki, ya egemen düşünceler sisli havada izini kaybettirmeye, hedef şaşırtmaya çalışıyorsa?
* Woke kültürü: ABD sağcılarının “woke” yani uyanmış, toplumsal konulara duyarlı grupları aşağılamak için kullandıkları bir kavram. Sol olarak ifade edilen genelde kimliğe dayalı sosyal hareketler, “sosyal adalet neferi” [sjw] aşağılamasıyla birleşerek tabanını genişletiyor. “İptal Kültürü” [Cancel Culture] ise kimliğe dayalı sosyal hareketlerin, sosyal medya üzerinden örgütlenerek kişileri hedef aldığı bir aktivizm biçimi. Buralarda “linç kültürü” diye çevrilmesine dair ‘işlevsel’ bir gayret mevcut.
** BBC’yi konu edinen bu yazıda BBC İstanbul Ofisi’nin 14 Ocak Cuma günü başlattıkları greve selam yollamamak olmaz. TÜİK'in yüzde 36 enflasyon açıkladığı, bağımsız ekonomistlerin oranı yüzde 82 olarak hesapladığı bir ortamda, BBC yüzde 20 zam önerdi, gazeteciler haklı olarak bunu kabul etmedi. Patronlarına TV ekranlarında teşekkür etmediler ya da kıyas usulü ricacı olmadılar. Buraya kaynak olarak BBC’nin kendi haberini ekleyelim: “BBC İstanbul Bürosu’nda yerel sözleşmeyle çalışan gazeteciler greve çıktı”: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59996391
- Türkiye’de gazetecilik kamu yararına risk almaktır 30 Ocak 2025 14:20
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05