Evrensel için yeni bir dönem
Evrensel için yeni bir dönem
Reklamları Kapat

YÖK yanlışının güncel hali Boğaziçi: 'Müteşarik' barbar otokrasinin akıl ve bilim dışılığı

Fotoğraf: Can Candan

“Eğitim” ve “yetişme” benzerlik ve farklılığı üzerine daha teorik bir şeyler yazmayı tasarlıyordum ki, Boğaziçi’de demokratik eğilimlerle oluşmuş üç fakülte dekanının atanmış rektörün önerisi ve YÖK’ce veya onlara emreden birilerince görevlerinden alındıkları haberi düştü. 40 yıllık YÖK’ü, Boğaziçi’de yaşananları, bunlar üzerinden Türkiye’deki rejim biçimlerini anlamamız daha acil konuyu oluşturuyor. 40 yıllık eski ve yeni YÖK’ün, Boğaziçi’de 12 ayı geçmiş bir baskılama ve direnmenin, 12 Eylül’den bu yana korku ve baskı rejimi oluşturmak, hem baskılama hem de direnme pratiği açısından anlamı nedir? Cuntabaşı General Kenan Evren veya Cumhurbaşkanlığı ve Bahçeli niye bu kadar baskılama arayışındalar, bu baskı korku rejimi niye akılla, bilimle örtüşmüyor ve Boğaziçi bunu niye kabul etmiyor?

YÖK VE BOĞAZİÇİ’DE YAŞANANLAR ‘İÇ’ Mİ ‘DIŞ’ MI MESELE?

YÖK 40 yılı devirdi, ciddi bir “yerli ve milli” örnek oluşturuyor. Bu yerlilik ve millilik akıl ve bilimle niyeyse bir türlü örtüşemedi de gelen giden iktidarlarla çok iyi uzlaşıyor. Güncelde YÖK sisteminin sistematiği ve uzantıları yaşanıyor.

Orta halli, kendi içinde yarı özerk bir zümre veya sınıf olmakla, ideolojisi daha liberal, okuryazar, daha akıl ve bilim odaklı olmakla, Türkiye tipi “yerli” ve “milli” olmak arasında, liberal eğilimlerle “mütaşerik” (müteahhit, taşeron, tarikat ve şeriatçı) eğilimler arasında bir mücadelenin en güncel ve iki taraf açısından da en kararlı örneklerinden biri Boğaziçi örneğinde yaşanıyor.

“Dış güçler”in veya küresel Batı sermayesinin YÖK’ün önce askeri ve liberal, sonra dinci ve liberal, her iki durumda da gençliği yani aklın ve düşüncenin boy göstermesini baskılama aracı olması her zaman kurumsal özerklik ve bilimsel özerkliklere göre NATO’nun uç gücü Türkiye rolü için daha uygun düştü, düşüyor.

Güncel durumda Boğaziçi veya mütaşerik otokrasiden hangisi daha işine gelir, benim kanaatim, çevre ülkelerin “bilgi toplumu” değil askeri sınır güvenliği sağlayacak, küresel sermayenin hazırladığı çatışmalarda adamlık edecek bir ülke tipinde kalması stratejik olarak daha işlerine gelir. Bununla birlikte “periferide/üçüncü dünyada” “nitelikli ucuz” hizmet görecek üst düzey şirket elitleri sağlamak için kısmi bir özerkliği olan Boğaziçi’den yana olacakları, toplam tartıda daha çok askerlik yapacak bir ülke tercihinin yani YÖK ve YÖK’e bağlı Boğaziçi konseptinin ağır basacağıdır. İkisi buluşturulabilse küresel sermaye için daha da ballı bir durum olacaktır. Türkiye’deki mevcut patavatsızlık toplamda küresel sermayenin işine gelmektedir. AKP işlevini ve payını alabilmek için arada bir patavatsızlık yapmaktadır.

“Dış güçler”i bu yazıda bir yana bırakalım, iç güçlere bakalım.

Boğaziçi meselesi her ne kadar küresel şirketlere nitelikli eleman yetiştiren bir hüviyette olsa da daha çok işin iç mücadele ayağı ile ilgilidir. Küresel sermaye Doğramacı ve YÖK’ten mutlu idi. AKP’nin Yeni YÖK’ünden de mutlu, hele bunu mütevelli heyetleri ile daha da garanti edebilirse daha da mutlu olacak. Boğaziçi de “paydaş” veya “dışsal akreditasyon” gibi burjuvazinin üniversitelerde temsilcisi olması fikrine, parayla piyasayla iş tutmaya çok uzak değil ama bunun daha üretici veya ticari burjuvazisi olmasını bekliyor.

‘İÇ’ MESELE NE: BOĞAZİÇİ VEYA NİTELİKLİ OKULLAR, AKIL VE BİLİM BARBAR OTOKRASİYLE ÇELİŞİYOR

Sonuçta şu yaşadığımız Boğaziçi meselesi, bugün için daha çok “içte” bir meseledir. Nitelikli okul ve üniversitelere, bilime, akla saldırı güncel örneğinde bir “iç meseledir”. Yarı otoriterlikten, vesayetten, 2016’daki darbe ve karşı darbeyle giderek daha kötüsüne, “mütaşerik barbar otokrasi”yi hakim kılmaya, “tek adamlığa” dayalı Cumhurbaşkanlığını hakim kılmaya çalışırken hem kendisini hem de birikimleri yemeğe işarettir.

Otokrasi; yöneticinin tüm yetkileri elinde topladığı ama yönetimin miras yoluyla ele geçirilmediği bir monarşi türüdür. Türkiye’de mevcut haliyle yaşanan Cumhurbaşkanlığı sistemi buna yakın bir örnek oluşturmaktadır. Başkanlık dışındaki öteki güçler etkisizleştirildikçe tam bir otokrasi rejimine dönüşmektedir.

İşin “iç” kısmı; Türkiye’deki yine de klasik (tipik) otokrasi tanımını bozan üç büyük açmazı yüzünden hem “yerli” hem de “milli” bir otokrasi biçimidir. “Yerliliği” Bahçeli ile, müteahhit, taşeron, norm dışı normaller (kara para, uyuşturucu trafiği, Susurluk ekibi, mafya vb.) ile ortaklığından (blok oluşturmasından), “milliliği” tarikatlar ve İslamcı gruplara dayanmasındandır.

ESKİSİ ‘ASKERİ BÜROKRATİK VESAYET’, YENİSİ ‘MÜTAŞERİK BARBAR OTOKRASİ’

AKP’nin iddia ettiği gibi “askeri bürokratik vesayet” artık aşıldı, yeni akılsızlık çağı “mütaşerik” barbar otokrasi. Yeni rejim anlamını müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliğinden almaktadır.

Totaliterliğin veya otokrasinin altın kuralı, tek altın kuralın kendisi olmasıdır; kendi anlamını kendisinin sayması ve bunun dışında bir anlam veya gönderimi yok saymasıdır. 12 Eylül’ün ilk ana ürünü YÖK’ün daha en başından kurul bile olamayıp başkan üzerinden tek adamcılığa dönüşmesi ve General Evren’e veya güncel haliyle başkanlığa bağlanması; rektörlerin tek adamın yerel monarklarına dönüşmesi, Boğaziçi’de tek adamcı iktidarı temsil eden tek adamın tek adamlığı yerleştirmeye çalışan tek adamcı uygulamaları kendi içinde mütaşerik barbar otokrasinin silsilelerini oluşturmaktadır.

Akıl ve bilim mütaşerik barbar otokrasinin çelişiğini oluşturmaktadır, tepelerine binilmelidir.

MÜTAŞERİK BARBAR OTOKRASİ, ENTELEKTÜEL ÜRETİMİ TEHDİT EDİYOR

Yerli milli barbar otokrasinin en kırılgan yanı üretici yanıdır. Selçuklu’da da Osmanlı’da da güncel örneğinde de tarikat veya cemaatler taşeron ve müteahhitlere, taşeron ve müteahhitler emekçilere/reaya ihtiyaç duyar. Üreticiler azalırsa nema azalır, “nema” azalırsa paylar azalır, paylar azalırsa iç kavga başlar, dağılma hızlanır.

Boğaziçi’de birikmiş bir zeka var, alan var, fikri üretim var. Yerli milli iktidar buradaki birikmiş entelektüel ve fiziksel nemaya konmak istiyor. Tam da bu hırsı yüzünden burada birikmiş entelektüel ve fiziksel ortamı ve üretimi yok edeceğe benziyor.

Hem Boğaziçi’ye yazık olacak hem de mütaşerik barbar otokrasi en son yağmaları da yapıp çöküşünü hızlandırmış olacak, yerli çapta da olsa sonuçta altın yumurtlayan tavuğu kesip yemiş olacağız.

Arılar için ilke, horoz sayısı çok artarsa bu üretimden uzak erkek arıları kovandan atmaktır. Atamazsa ne olur? Hepsi birden gelen kara kışı çıkaramayacak hazin sona doğru yaklaşmış olur.

İbn Haldun’un deyişiyle kalem erbabının, akıl ve bilimin zayıflaması, devletin çöküşe doğru gittiğine delalettir. Fiziki veya entelektüel üretim yok edilirse, fetih de yapılamıyorsa, sona doğru yaklaşılmış demektir.

YÖK Türkiye’nin çöküş döneminin ilk yerli milli kuruluşu idi, Boğaziçi’de yaşananlar artık son kuruma kadar dayandığını gösteriyor, Batı skolastiği için 529’da akademinin tümden kapatılması gibi, Boğaziçi’nin mütaşerik rejime bağlanması artık çöküşün son evresini gösteriyor.

Boğaziçi’de yaşananlar YÖK yanlışının mevcut hali, yanlışın güncel halidir.

Umarım rejim değişikliği ile işler kotarılabilir.

Evrensel'i Takip Et