Yorgun mektup

Fotoğraf: Unsplash
Merhaba,
Hatırlar mısınız bir zamanlar mektuplar yazardık. Kendimizi kısa mesajlar ya da sosyal medyada limiti belli birkaç satırla ifade etmeye alışmadan önce.
Giriş-gelişme-sonucu olurdu. Yazan kendinden haber verirken, okuyana da sorular sorardı. Derli toplu bir iletişim yoluydu kuralını bilince.
Sesli düşünürüz ya bazen, mektubu da “Yazılı düşünmek” gibi görüyorum. İnsan yazarken gerçeğini daha rahat buluyor gibi geliyor.
Böyle bir ihtiyaç hasıl oldu herhalde, içimden geldi bir mektup yazmak.
Uzun süredir anlamını çözemediğim bir yoğunluk var hayatımda, sadece benimkinde değil, arkadaşlarımda, tanıdıklarımda, çevremdeki herkeste.
Bu, işyeri koridorunda karşılaşınca ayaküstü “Nasılsın?” sorusuna verilen “Ne olsun koşturuyoruz işte, yoğun” yanıtı gibi bir yoğunluk değil.
24 saate yetişmek için her bir günü ince ince planlamak gerekiyor. Plan mutlaka şaşıyor, yeni işler giriyor. Yeniden planlamak gerekiyor. Beynim karmaşık bir excel tablosu gibi, sürekli bir şeyleri sıralıyor, aratıyor, kopyalıyor, bazen satır, bazen sütun siliyorum. Bir işi yaparken mutlaka yandan diğerini de halletmek gerekiyor. Çamaşırları katlarken podcast dinliyorum, yemek yaparken de kaçırdığım tartışma programlarını, uzun akşam toplantılarına cep telefonundan bağlanıp, kamera kapatıp evi boyadığım oldu. Oturduğum zamanlar genelde önümde hep bilgisayar oluyor, salonda hiç uzanmadığım, salona hiç geçmediğim haftalar oluyor.
Anneyim, çocuklarla ilgilenmek, zaman ayırmak, sevdikleri şeyleri sağlıklı şekilde pişirmek, alışverişlerine koşturmak, dertlerini paylaşmak gerek.
Başka anneler var, çocuğunu tedavi ettirmeye çalışan, çocuğunun failini bulmaya çalışan, çocuğuna bez bulamayan...
Başka annelerin çocukları var, ailesinde olmadığını bildiğinden para isteyemeyen, okuyabilmek için iş arayan, bir erkeğin ölüm tehditleriyle mücadele etmeye çalışan çocukları var annelerin, anneleriyle de tehdit edilenler var.
Bir anda bir mesaj geliyor. Elindeki her şeyi bırakıp oraya koşmak gerekiyor.
Arkadaşlarımdan çok razıyım. Herkes bir konuda uzmanlaştı artık. Neyle nasıl mücadele edilecek, burs nereden bulunacak, avukat nereden sağlanacak, yardım kampanyası şartları nelerdir hepsi biliyor.
Sürekli bir telefon ve mesaj trafiği var. Onlar da böyle yaşıyor biliyorum. Toplantı esnasından kamera kapatıp bir yandan saçını boyayan, ocaktaki yemeği karıştıran, çocuğunu pışpışlayan...
Aysel Tuğluk’un acilen cezaevinden çıkması gerekiyor, tehdit edilen hiçbir sanatçının yalnız bırakılmaması gerekiyor. Sedef Kabaş’ın tutuklanmaması gerekiyor, adliyedeki basın açıklamalarına katılmak icap ediyor, az kişi olunca herkesin morali etkileniyor. Önemli davalar var takip etmek gerekiyor. Hiçbir kadının yalnız yürümemesi gerekiyor.
Grevdeki arkadaşlara desteğe gitmek gerekiyor.
“Sussan olmuyor, susmasan olmazDil dursa hâkim bey tende can durmazYazsan olmuyor, yazmasan olmazKaleme tedbir koma, tek durmaz.”
Yazmak gerekiyor, söylemek gerekiyor.
Okumak, izlemek lazım. Bilgin olmazsa fikrin de olmaz.
Gitmediğin yere gelin çağrısı yapılmaz, gitmek lazım.
Zaman yetmiyor, can yetmiyor.
Roman yazmak istiyorum da birileri “Dillerini koparırız” açıklaması yapmışken susulmuyor, başka şeye kafa basmıyor.
Arkadaşlarımla yüz yüze görüşmeyi, konsere gitmeyi, tiyatro izlemeyi, bir kafede gözüm saatte olmadan uzun oturmayı özlüyorum.
Akıcı bir romana kaptırıp sabahlamak istiyorum. Sabaha hep çok iş oluyor.
Bir sürü köşe yazısı ve haber okuyorum, başucumda birinden diğerine atladığım kitap dağı var, okunması istenenden çok gerekenler, okunması elzem olanlar bunlar. İçlerine küçük notlar alıyor, ders gibi çalışıyorum.
“Gitme, yapma, kasma, boş ver” diyorlar. İyi de bir kişi; artı bir kişidir işte, ben gitmesem, sen yapmasan, diğerleri kasmasa, nasıl çıkacağız karanlıktan?
İktidara karşı çıkan her örgütlü seste aynı 3-5 bin kişiyi görüyorum. Bir yandan insana umut veren binler bunlar, onlar olmasa gerçekten hiçbir emeğin anlamı yok, derin bir sessizlik kaplayacak her yeri.
Bir yandan cezaevine mektup gönderimi organize ediyorlar, bir yandan basın açıklaması, bir yandan sosyal medya kampanyası, mahalle çalışması, bir yandan kitap yazıyorlar, televizyona konuşuyorlar, kimse bulunamazsa tasarım yapmayı öğreniyorlar hatta video çekmeyi, kurgusunu yapmayı, metinler yazılıyor, dört koldan, düzeltmeleri yapılıyor, toplanan imzalarda mükerrer olanlar tek tek ayıklanıyor. Basına haber veriliyor. Avukatlar makine gibi çalışıyor. Ormanlarda, madenlerde, derelerde nöbetler tutuluyor. Bir doğal afet yaşandığında yardım organize ediliyor. Sonra bakıyorsun vapur çıkışında bildiri dağıtanlar da aynı simalar.
Bu üç ila beş bin kişi bunca işe yılkı atları gibi koştururken, insan dahil olamadığı her şey için hicap duyuyor.
Evde tam ayaklarını uzatacakken birileri Hendek davası için ayazda sabahın kör karanlığında yola düşmüş olacak, biliyorsun. Uzan dikensiz hissedebilirsen o koltuğa bakalım.
Elimizden gelebilecek bir şey varsa kalkıp yapalım. Vicdan yükü tüm yorgunluklardan ağır.
Sosyal medyaya bakıyorum. Kampanyaları beğenmeyenler, metinleri beğenmeyenler, eylemleri zayıf bulanlar, yaratıcı bulmayanlar, “İzlemedim, okumadım, bakmadım ama fikrim şu” diyenler, ne kolay insan siliyorlar, ne kolay insan sevmiyorlar, emeği ne güzel hiçe sayıveriyorlar. Ama neredeler onlar? Neden aynı insanlar her işe, her haksızlıkta desteğe koşarken ve hatta onlar haksızlığa uğradığında bile orada olacakken, isimlerini ortaya atmaktan, hedefte olmaktan korkmuyorken, çıkan hiçbir işi, sesi, eylemi beğenmeyenler nerede?
Bir gecede beş bin kişiyi evlerinden alsalar, o yeni cezaevlerini doldursalar, nasıl bir çorağa kalacaklar farkındalar mı? Memleket salahiyeti için yedek bir güç olabilecekler mi?
Eleştirmek iyi de yerine yenisini koyabilecek tecrübeleri var mı? Keşke bir ucundan en baştan tutsalardı.
Neyse işte, herkes neden yoğun oldu bu kadar diye dertleşmek isterken, kelimeler yolu açtı yine. Yazılı düşününce çıkıyor ortaya.
Siz nasılsınız? Yoğun musunuz siz de?
Bunca işin içine bir de temel ihtiyaçları ucuza mal etme derdi girdi değil mi? Tahmin ederim. Yetişilmiyordur.
Aynı diziyi üçüncü tur izleyenlerden değilsinizdir umarım. Yok sizin o kadar boş vaktiniz yoktur, sanmam.
Bir kesimin yoğun emek gücü yüzünden mecal ve zaman bulamadığı o güzel kitaplardan, filmlerden, oyunlardan, konserlerden keyif alabilmenizi ise yürekten dilerim.
Siz nasıl görüyorsunuz ülkenin halini merak ediyorum. İnsan bir kere içine çekilince yaşadığı algıda seçicilik mi bu berbat gündem yoksa herkesin evdeki konu başlıkları az çok aynı mı?
Bana öyle geliyor ki o partiden şunu, bu partiden bunu talep etmek yerine, hepimiz silkinip kendimize gelip, birbirimizle yan yana durmayı ve siyasi muhalefete yolu gösterecek bir toplumsal muhalefeti oluşturmayı başaramazsak hiçbirimizin bu ülkede alacağı bir nefes kalmayacak.
Bilmem siz ne düşünürsünüz?
Eskiden bayılırdım spontane gelişen çay-kahve tekliflerine.
Şimdilerde gün içinde bunca nümayiş arasında arayıp olanca yavaş bir sesle “Alooooo, nasılsıııın? Hadi kalk taaa bilmem nereye gidip bir kahve içelim” diyen arkadaşlara inceden sitem ettiğimi, kırıldığımı hatta kızdığımı fark eder oldum.
Neden sizin vaktiniz var? diye. Oysa yapmamam lazım biliyorum. Kimseyi yaşamı yüzünden yargılamam. Hayatı, insanın kendi tercihleriyle şekillenir. Muhtemelen kahve için yaka değiştirebilenin, evden çıkmadan önce iki saatini hazırlanmaya ayırabileninki bizimkinden güzeldir.
Bu satırları yazarken Bob Marley dinliyorum, Judge Not çalıyor.
Önce kendini yargılamadan beni yargılama diyor, yargılanmaya hazır değilsen yargılama.
Bu vesile ile sevdiğim bir sözünü hatırladım: Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım? Karanlığı aydınlat
Yargılamadan soruyorum; kötüler bir gün bile durmazken, karanlığı aydınlatmak için biraz daha yer açmayı düşünür müsünüz hayatınızda, eğer hâlâ vaktiniz kalıyorsa?
Çünkü ortalık afetten yıkılıyorken 19 saat daha ayakta çalışacağını bilerek verilmiş bir yemek molası bile, hem de iş amaçlı olduğu halde bunca eleştirilmişken, kimse memleket elden gidiyorken tüm zamanını balıkçıda geçirmiş gibi hatırlanmak istemez.
Bence.
Uzun bir mektup oldu, mektup yazmayı özlediğimden de olabilir içimdeki dert yumağının büyüklüğünden de.
Güzel yaşamak da bir direniştir.
Dilerim güzel yaşayalım, sorumlu, mücadeleyle dolu ve her molamızın da hakkını vererek.
Mahsus selamlar ederim tüm direnenlere.
İyi haberlerinizi beklerim.
Sevgilerimle, saygılarımla
Evrensel'i Takip Et