Göçer dünya yavana (2)

Fotoğraf: Mesut Kara
Yazımızı sürdürüyoruz, kaldığımız yerden. Bu yazıyı sadece bir kitap tanıtımı gibi görmeyin isterim. Daha önce bu sayfalarda filmler üzerinden yazdığımız iç ve dış göç yazılarına göçün göçerliğin bugün yaşattığı insanlık dramlarını, trajedileri de ekleyen bir katkı olarak düşünün.
***
Gençliğinde dinlediği bir şarkının nakaratında yer alan, Türkçesi “Düşünceler özgürdür” anlamına gelen sözleri anımsadığında şöyle düşünür roman kahramanı: “Şimdi bu sözler başka türlü anlamlar çağrıştırıyordu. Özgürlüğün düşüncede kalması gereken bir şey olduğunu söylüyorlardı sanki. Özgürce düşünebilirsin, fakat düşündüğünü kendine saklaman kaydıyla! Oysa özgür düşünen insanlar düşündüklerini kendilerine sakladıklarında düşünenlerin sayısı gittikçe azalırdı. Böyle olunca da herkesin yerine düşünenlerin düşüncelerinden başka bir şey kalmazdı geriye.” (s.14)
Dış dünyada olan bitene aldırmamaya karar vererek geldiği yerde kentlerden, kalabalıklardan, medyadan uzak olduğu sürece kimsenin onu rahatsız edemeyeceğini düşünüyordu. “Güneşin, dalgaların ve tuzlu rüzgârın eşliğinde kıyıya paralel iki deniz mili ilerideki iskele kalıntısına kadar yüzmek, sonra aynı mesafeyi kumsal boyunca yürüyerek dönmek her günkü vazgeçilmez tutkusu olmuştu.”
Durgun gecelerden birinde sahilde yürürken sazlıkların arkasında gördüğü karaltılar sonrası hayatının akışı da değişecektir. Korkusunu yenip onları takip ettiğinde insan kaçakçıları olduklarını, takibi sürdürdüğünde anlamadığı dillerde konuşan 50-60 insanı “kelle başı yüz dolara” Zodyak botla karşı kıyıya, uzaktaki kara parçasına taşıdıklarını görmüş, anlamıştı.
Çok değil, 4-5 yıl önce “Orta Deniz’deki göçer kayıplarının doruğa ulaştığını. On beş bin insanın Arşipel’in sularında can verdiğini ya da kaybolduğunu anımsamıştı. O gece Zodyak bota doldurulan insanları merak ediyordu, karşı karaya ulaşabilmişler miydi yoksa önceki yaşananlar gibi devrilmiş, batmış, ölmüş ya da kaybolmuşlar mıydı?
Ertesi gün sahile inip izlerini sürmeye başladığında kaçakçıların fazlalık demesiyle çoğunun sahile attıkları sırt çantalarına rastlar. “Sabah yürüyüşlerinin birinde kumsala vurmuş ayakkabı ve terlik teklerine rastladı. Bunlardan bazıları küçücük ayaklara aitti ve kıyıya vuran dalgaların üzerinde gidip geliyorlardı. Gözünün önünde yıllar önce Arşipel’in başka bir kıyısında cansız bedeni kumların üzerinde yüzükoyun yatmakta olan çocuğun o zamanlar insanların vicdanlarını sızlatmış olan -demek ki o sıralar insanların hâlâ bir vicdanları vardı- görüntüsü belirdi. Çocuğun ayakkabısının tabanları şimdi gördüğü minik ayakkabı tekinin tabanına benziyordu. Ayakkabının diğer tekini bulabilmek umuduyla çevresine bakındı durdu, bulsa neye yarardı sanki.” (s.27)
Kumsalda yürümeyi sürdürürken denizde kıyıya yakın bir yerde gördüğü ve yüzerek aldığı köpüğe tutturulmuş, balık ağı içindeki SOS işaretinde naylonlara sarılmış bir zarf olduğunu görür. Zarfı açtığında ikiye katlanmış bir kâğıt ve bir fotoğraf bulur. Fotoğrafta “esrarengiz, büyüleyici bir güzelliğe sahip bir kadınla yedi sekiz yaşlarında görünen bir erkek çocuk vardır. İkiye katlanmış kâğıdı açtığında İngilizce kısa bir notla altında tanımadığı bir alfabeyle yazılmış yazıyı görür. İngilizce notta şunlar yazılıdır:
“Yegâne amacım biricik oğlum Zero’yu yaşatmak, onun yaşaması gerekiyor. Lütfen bize yardım edin.” Kâğıdın en altında da bir telefon numarasıyla bir isim vardır: Yavana Khatun.
Telefonla ulaşmaya çalıştığı, ulaşamadığı, ilk aramalarda telefon açıldığında gelen Grekçe bildirimden karşı adaya ulaşmış olduklarını düşündüğü Yavana ve Zero’nun fotoğraftaki bakışları gözlerinin önünden gitmez.
İzlerini sürmeye, karşı adaya gidip onları bulmaya karar verdiğinde yeni bir kimlikle, iltica etmesini sağlayacağını düşündüğü yeni hikayesiyle yeni yolculuğu da başlar.
ADA
Salman Yüksek Güvenlikli Bölge pasaportuyla Ada’ya giriş yapıp limandan koya doğru yürürken giriş kapısı önünde kendilerini kayıt altına aldırmak isteyen Göçerlerin oluşturduğu uzun kuyruğu görür. Daha önceki gelişlerinden bildiği ve sevdiği Taş Kahve’nin önündeki masalardan birine oturur.
Adaya geliş amacı olan Yavana ve oğlu Zero’nun izini sürme yolculuğu kıvırcık saçları, zeytin karası gözleri, kahverengi teniyle Nafro olduğunu düşündüğü (Nafro; Kuzey Afrikalılar için kullanılan bir kısaltma) güzel bir Göçer kızı olan garson kızla tanışması, ona Yavana ve oğlu Zero’nun fotoğrafını göstermesiyle başlar. Sonradan adının Samira olduğunu öğrendiği Eritreli garson, Salman’ı Aleppolu Usta ve Göçer Köyü’ne, oradaki gönüllü arkadaşı Aleko’ya yönlendirir.
Salman’la birlikte biz de Ada’daki ilk durağı olan Göçer Köyü’nde ve sonrasında yolu düştüğü, düşmek zorunda kaldığı yerlerde ağır insanlık dramları, travmalar yaşamış insanları, Göçerleri, onlara yardımcı olmaya çalışan gönüllüleri, Sınır Tanımayan Doktorlar’ı, Eko Devrimciler’i, Yokoluş İsyancıları’nı, dayanışma inisiyatiflerini, Harraga Girişimi’ni, Sınır Tanımayan Doktorlar’dan tanıklık ettiği ürkütücü insanlık dramlarını, yaşanmışlıkları anlatan Theresia’yı, çöl göçebesi Sahraviler’den Grace’i, Guiseppe İmparatore’yi, (kısaca İmparator), eski işgal evi arkadaşı Pinochet darbesinden sonra ülkesinden kaçan Şilili ressam Jose’yi, bir çiftlikte besleme olarak çalışan Felix’i, eski iş arkadaşı Regula’yı, Doktor Titus’u, Doktor Titus’un kurduğu komünal çiftlik Collektivo’da Doktor’un manevi oğlu Hans Ueli ile eşi Joan’ı, küçük kızları Heidi’yi, neredeyse Afgan dostlarından biri gibi olmuş İsviçreli Michael’ı, Afrikalı Tikue’yi, falcı Orakel’i, güvercinleriyle haberleşme ağı kuran Güvercinci’yi tanır anlattıkları acılı yaşanmışlıklardan Göçün, Göçerliğin yarattı trajedilere, insanlık dramlarına tanıklık ederiz.
“Malene Sahili’nden ayrılıp Ada’ya geldiğinden bu yana kaç gün geçtiğini hesaplamaya çalıştı. Şunun şurasında hepsi birkaç gündü, ama işin tuhafı çok daha uzun bir zamandır Ada’da olduğu duygusuna sahipti. Yüksek Güvenlikli Bölge’yi terk edip Tampon Bölge’ye, Stanpolis Megalopolis’e, oradan Malene Sahili’ne gelişi, orada tanık oldukları, Yavana Khatun’un SOS düzeneğini, fotoğrafı ve notunu buluşu ve onun ardından Ada’ya gelişinden bu yana gördükleri ve dinledikleri kafasını adamakıllı yormuştu.
Sükûneti ve huzuru ararken hiç beklemediği, beklemek bir yana unutmak istediği hikâyelerin içinde bulmuştu kendini.” (s.78)
Evrensel'i Takip Et