Bir coğrafya hem kader hem keder olunca...
Fotoğraflar: MA
Tam olarak doğrulanmamasına karşın İbni Haldun’un sözü diye bilinir. İnsanın yaşamını, hayat çizgisini belirleyen önemli bir etken olarak yaşadığı coğrafyaya vurgu yapan bir söz: Coğrafya kaderdir!
İnsanın değiştirici dönüştürücü gücü arttıkça coğrafyaya ‘kader’ düzeyinde bir rol biçilmesi de tartışılır elbette. Ama yine de sözün karşılığı diye okunabilecek izler, görüntüler, kesitler eksik olmaz yaşamımızda. Ayrıca, şiirseldir de üstelik. Belki de bundan esinlenmiştir Edip Cansever şu eşsiz dizeleri yazarken:
“İnsan yaşadığı yere benzer/O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer...”
***
Bir de ‘coğrafya kederdir’ denilir ki, tamamen Kürt coğrafyasına dairdir. Bölgede yaşayan insanların mahkum edildikleri kedere işaret eder. Coğrafyaya teşmil edilmiştir ama kederli olan insandır aslında. İnsanın kederli yaşam örgüsünün bir kader gibi bu coğrafyaya giydirilmişliğini anlatır.
Ve elbette bu kader-keder denklemi ne kendiliğinden ne de tesadüfidir. Acılarla dolu bir tarihi yüklenip bugüne bağlanan insanın kederi de, onu böylesi bir yaşam haritasının tam ortasına oturtan ‘kaderi’ de dışsaldır, bile isteye dayatılmış ‘inkâr’ sistemidir. Yine mi ‘inkâr’a bağlandı söz diye itiraz edilmesin lütgen. Tam da bu. Sonuçta yaşanan kederi bu coğrafyaya özgü kılan da bu coğrafyayı ‘özel’ kılan da Kürde dayatılmış ‘inkâr’ siyasetinden başka bir şey değildir.
***
Bir düşünün; son 14 yılda 22’si çocuk 56 insan kolluk güçlerince kullanılan zırhlı araçların çarpması sonucu hayatını kaybediyor ve bu vakaların hemen hepsi bu bölgede oluyor. Tesadüf olabilir mi?
Hangi birinden bahsedelim:
Daha 5 yaşındayken Diyarbakır’da TOMA altında kalan ve sonuçta bilirkişi raporunda ‘asli kusurlu’(!) bulunan Efe Tektekin...
2017 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde, odalarında uyurken evin duvarına çarpıp içeri giren panzerin altında kalarak can veren 7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki Furkan Yıldırım kardeşler...
2018 yılında Şırnak'ın Cizre ilçesinde zırhlı aracın çarpması sonucu ağır yaralanıp 9 ay sonra hayatını kaybeden 5 yaşındaki Onur Özalp...
Geçtiğimiz Eylül ayında Şırnak’ın İdil ilçesinde evinin önünde bisiklet sürerken sokak arasına hızla dalan bir zırhlı aracın ezdiği 7 yaşındaki Miraç Miroğlu... Ertesi gün ilk kez okula gidecek, ‘yüzyüze eğitim’e başlayacaktı. Miraç’ın daha başlayamadan hayattan koparıldığı eğitim/öğretim yollarından geçmiş Abdulgaffar Dayan ise geçtiğimiz hafta 24 Ocak’ta Cizre’de aynı kaderi yaşadı. Doktor olma hevesiyle sınavlara hazırlanıyordu ki dersane yolunda karşısına çıkan, kayyum/kaymakamın korumalarından birinin kullandığı belirtilen, Ranger tipli aracın altında ezilerek veda etti hayata... Cizre’de 2015’teki sokağa çıkma yasağı sürecinde yaşamını yitiren ve cansız bedeni 2 gün boyunca buzdolabında tutulan 10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın da kuzeniydi Abdulgaffar. Farklı biçimlerde de olsa aynı coğrafyanın kederli kaderine eklemlendi hayatları...
***
İstisnasız bütün örneklerde faillerin, tıpkı kullandıkları zırhlı araçlar gibi, devlet zırhıyla korunduklarını söylemeye gerek yok. Öyle ya da böyle, beraat ve kayda değer sayılmayacak cezalarla geçiştirilen davalar ve neredeyse rutine dönüşmüş cezasızlık halleri... ‘Devletin eli soğumasın’ kaygısı tabi ki. Görevliler zor durumda kalmasın, kaygı duymasın. Ve hep devlete yaraşır bir hızla hareket etsinler! Zırhlıların sokakta, mahallede yüksek hızla seyretmeleri tesadüfi sayılabilir mi? Hızlı, ürkütücü, her an ensede biten, hazır ve nazır devlet gücünü çağrıştırması bakımından planlı bir hareket tarzı olsa gerek. Görenler bilir; hep bir ‘olay yeri’ne yetişme hızı ve telaşı... ‘İnkâr’ın coğrafyayı, kenti ‘olay yeri’, yaşayanları da ‘fail’ olarak algılayan bir ‘güvenlik’ sistematiği var çünkü. Yaşam alanlarında konuşlanmış zırhlıların altında ezilenler ‘hızlı devlet’ refleksi ve imajının yanında birer teferuat sayılıyor sadece.
Depremde, selde, karda ne kadar atıl ne kadar hantal ve yavaşsa, ‘güvenlik’ adına bu bölge insanının yaşamına konuşlanmış bu ‘kader’ de o kadar hızlı, amansız ve acımasız... Keder saçıp durmakta... Bir coğrafyanın kaderi de kederi de böyle karartılmakta...
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16