Demokrasi mücadelesi sandık romantizmine feda edilebilir mi?
Fotoğraf: Evrensel
Hayır, Hükümet ve iktidar bloku sanılanın aksine kontrolü kaybettiği ya da çaresiz kaldığı için “çılgınlık” içinde değil. Tersine, iktidar ekmek ve özgürlük isteyen kitleler üzerinde ağırlaştırılmış baskı, şiddet ve tehdide dayanan yeni bir kontrol mekanizması oluşturmak istiyor. Sanatçının dilinin kopartılması tehdidi ya da Kılıçdaroğlu’nun bir çocuğun dilinden “hain” ilan edilmesi bu yüzden.
Seçimlerde halktan kredi alması durumunda faşist bir tahkimata gideceği öngörülen AKP hükümeti (ve elbette arkasındaki gerici güçler ve sınıflar) aslında faşist tahkimatı başlatmış bulunuyor. “Milli ve manevi değerler” genelgesi, sansür kararnameleri, yoksulluğa isyan eden emekçilere savrulan tehditler, seçim yasası değişiklikleri, İBB yönetimi üzerindeki kuşatma, HDP kapatma davasının hızlandırılması, HDP binalarına silahlı saldırılar, gazetecilerin tutuklanması, milletvekillerine çıkarılan fezlekeler (ve daha fazlası), bu tahkimat fotoğrafını tamamlıyor.
Bütün bu girişimler Göbelsvari propaganda yöntemleriyle işçi ve emekçilerin zihnini bulandırmak için de gündemde. Zenginlerle yoksullar arasındaki sınıfsal uçurum derinleştikçe, egemen siyaset halkı birbirine düşman edecek yapay kutuplaşmalara ihtiyaç duyuyor. Hedef yoksullar hareketinin büyümeden parçalanması ve bir kez daha yedeklenmesi. Mücadeleyi berhava ederek sandık romantizmi yayanların, “ilk seçimde gidecekler” diye hayal satanların aksine; tek adam hükümetinin hamle ve hazırlıklarını ciddiye almak gerekiyor.
İktidardaki burjuva klik, devlet imkanlarını sonuna kadar kullanarak ayakta durmaya kararlı görünüyor. Bu yüzden sınıf mücadelesi ile demokrasi mücadelesi iç içe yürümek zorunda. Demokratik hak ve kazanımlar bu bakımdan önemli. Dolayısıyla tek parti tek adam yönetimine karşı birliğin harcı bir yandan ekmek mücadelesi, diğer yandan demokrasi ve özgürlükler mücadelesi olmak zorunda.
Millet İttifakı ve onun ana partisi CHP, iş ekmek taleplerini seçim sonrasına erteleyerek kitleleri pasifize ediyor. Demokrasi konusunda ise tutarlı bir yaklaşım söz konusu değil. Örneğin HDP’nin bir an önce kapatılmasını isteyen İyi Parti ile yol arkadaşlığı devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini isteyen SP ile yol arkadaşlığı da öyle. 7 Haziran - 1 Kasım seçimleri arasında yaşanan karanlık/kanlı olaylarla ilgili bildiklerini hâlâ anlatmayan Davutoğlu ve partisiyle de ciddi bir sorun yok. Bu hattan tutarlı bir demokrasi mücadelesinin çıkması elbette mümkün değil. Durum AKP-MHP blokunun elini güçlendiriyor. Fütursuz saldırılar bu yüzden artarak devam ediyor.
Önümüzdeki seçimleri Cumhur İttifakı mı yoksa Millet İttifakı’nda zuhur bulan burjuva devlet restorasyoncuları mı kazanacak? Buraya kilitlenmiş bir muhalefet anlayışından demokratik bir dönüşüm çıkmaz, çıksa çıksa sandık pragmatizmi çıkar. O yüzden bugünün ihtiyacı, bir başka seçeneğin, burjuva faşist tahkimata karşı tutarlı bir demokrasi mücadelesini de esas alan toplumsal odağın oluşturulmasıdır. Bunu Millet İttifakı yapamaz. Çünkü ne öne sürdüğü talepler ne de muhtevası buna uygun. Halk İttifakı, emek demokrasi özgürlük güçlerinin birliğine dayanan üçüncü (ya da iki egemen bloka karşı ikinci) ittifak bu nedenle elzemdir. Böylesi bir odak hem AKP ve MHP’den kopan hem de Millet İttifakı partilerinde devrimci-demokratik dönüşüm gücünü görmeyen emekçi kitlelerin esaslı bir alternatif etrafında buluşmaları için de gereklidir. Kitlelerin öz güven kazanmaları için de üçüncü seçenek ihtiyaçtır.
Böylesi bir konjonktürde sol adına, sosyalizm adına geleceği sadece ekonomik mücadele ve kendiliğindenlikte aramak, demokrasi mücadelesini ve demokrasi güçlerinin birliğini yadsımak büyük yanılgı olur. Böyle olsaydı, örneğin 1914-18 emperyalist savaşının hemen akabinde ve 1929 ekonomik bunalımı sonrasında faşizm Avrupa’yı sarmazdı. “Faşizme karşı birleşik cephe” Marksist külliyata girmezdi. Ayrıca bugünkü koşullarda sosyalizmin emek ve demokrasi mücadelesinin dışında, demokrasi güçlerinin birliğini yadsıyarak güçlenmesini beklemek gerçekçi değil. Tersten düşünürsek, demokrasi mücadelesinin sosyalistlerin etki gücü olmadan tutarlı bir zemine yerleşmesi de mümkün değil. İşçi sınıfı ve emekçilerin demokrasi mücadelesi alanında eğitilmeleri için de sosyalistler bu alanı yadsıyamazlar.
Tek adam yönetimi kitleleri maniple etmek ve baskıcı rejimi pekiştirmek için siyasal dincilikle birlikte şoven milliyetçiliği de sonuna kadar kullanıyor. Millet İttifakı bu iki alanda yine defolu. Ve zaman zaman AKP’ye yedeklenen politikalar nedeniyle ciddi bir fark gösteremiyor. Savaş tezkeresinde AKP-MHP ile ortaklık, İstanbul Sözleşmesi’nde çatlak, özel cemaat yurtlarının kapatılmasına DEVA’dan gelen itiraz bunun örnekleri. Son gelişmelere bakıldığında, Ukrayna üzerinde uygulanan emperyalist gerilim siyasetini doğru temelde ele almak, halklardan yana ve antiemperyalist bir tutum geliştirmek de Millet İttifakı’ndan beklenir değil.
Dolayısıyla üçüncü seçeneğin dinamiği durumundaki güçler; emek, demokrasi ve özgürlükler mücadelesini gerçek laiklik ve antiemperyalist mücadele ile de birleştirmek zorundalar.
Son söz: Bu tartışmalar üçüncü seçeneği zayıflatmaz, güçlendirir
- Deprem illerinde işçiler ve patronlar 21 Mart 2023 04:52
- Beyaz Toros’lar ve onu üreten işçiler 07 Mart 2023 04:52
- Kapitalist yağma düzeniyle hesaplaşmadan bu enkaz kalkmaz 28 Şubat 2023 04:18
- Domuz damı 21 Şubat 2023 04:39
- ‘Asrın felaketi’ ve acil ihtiyaç listesi 14 Şubat 2023 04:33
- Dipten gelen dalga 31 Ocak 2023 04:40
- Bir mitingden ötesi 17 Ocak 2023 05:06
- İBB’ye kuşatma, siyasete vesayet: Ne yapmalı, ne yapmamalı? 03 Ocak 2023 04:45
- Siyaset ve sendikalar 27 Aralık 2022 04:24
- Denizlerden Erdallara yürüdüğümüz bir yol var bizim 13 Aralık 2022 04:34
- Vizyon ve emekçi ittifakı 06 Aralık 2022 04:31
- Gençlik ve umudu kesilen ülke 29 Kasım 2022 04:28