MGK bildirisi ve halk iradesi
MGK Genel Sekreterliğinin, “Teröre karşı güvenlik kuvvetlerince yürütülen etkin mücadeleye ...kararlıkla devam edileceğinin altı çizilmiştir” bildirisinin yayımlanmasından bir gün önce, İstanbul’da hükümetin savaş birlikleri halkın üzerine hücuma kalkmışlar, zehirli gaz, tazyikli su, cop ve panzer saldırısıyla “zafer” naraları atıyorlardı.
İstanbul’da yürümek isteyenler, şu üzerine çok laf edilen “halkın iradesi” ve “demokratik hak kullanımı”nı savunma çabasında olan, aralarında seçilmiş milletvekillerinin de bulunduğu Emek Demokrasi ve Özgürlük Blokunu oluşturan parti ve grupların mensuplarıydı. Saldırı kuvvetlerini yönlendirenler ise, “milli irade” ve “ileri demokrasi” üzerine vaaz eşliğinde toplumsal yaşamı zapturapt altına alanlardı.
İstanbul’da -ve ülkenin başka birçok kentinde- demokratik haklarını kullanmak isteyen işçi, emekçi, aydın, genç insanların üzerine polis kuvvetlerini sürenler, komşu ülkelerin yönetimlerine, “Bölge halklarının meşru talep ve beklentileri doğrultusunda kapsamlı siyasi, sosyal ve ekonomik reformların bir an önce yürürlüğe konulması”, “Anayasal demokrasinin tesisi ile sonuçlanacak gerçek ve bir siyasi değişim sürecinin başlatılması” ve “Değişimin barışçı yollarla tamama erdirilmesi”ni önerecek kadar da ‘uyanık’tılar!
MGK açıklaması, hükümetin yargıyı kullanarak ve fakat “yargı bağımsızlığı” demagojisini de eksik etmeyerek yürüttüğü halkın iradesini gasp politikasıyla ve ABD-İngiliz emperyalistleri-İsrail yönetimi ile “pişirmekte olduğu” bölge politikasıyla bütünlük gösteriyor. “Kararlılıkla sürdürüleceği” açıklanan, hükümetin halk iradesine karşı ve Kürtlerin taleplerini görmezden gelen politikasıdır.
Bu politika emekçilerin hak ve talepleriyle karşıtlık içindedir. Burjuva demokrasisinin “nimetleri” üzerine propagandayı aralıksız sürdüren AKP ve hükümet sözcüleriyle MGK’nın Cumhurbaşkanı başta diğer mensupları, seçimlere girmeleri ilgili kurumlarca uygun görülen, on binlerce yurttaşın oy vererek seçtiği, seçim sonrasında “mazbata”ları da verilen kişilerin seçilmişlik haklarının gasbedilmesinin “demokrasi”yle bağdaşmadığını elbette biliyorlar. Onlar için önemli olan halkın iradesi değil, tekelci gericilik adına kesin yönetimdir. Toplamı üzerinden yüz binlerce insanın seçim hakkı ve irade beyanı, her biri iki-üç kişiden oluşan mahkeme heyetleri aracıyla gasbedilmiş ve bu durum yönetici kurumlarca da benimsenmiştir. “Halkın iradesine saygı” söylemiyle ve sözüm ona militarizme karşı olduğunu propaganda ederek halkın karşısına çıkanlar, bu iradenin kendilerine karşı ortaya konduğu her yer ve durumda onu ayaklar altına almaya, polis gücünü devreye koyarak bastırmaya ve etkisiz kılmaya çalışıyorlar. İstanbul’da, Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Van’da ve ülkenin diğer birçok kent ve kasabasında talepleri için yürüyen emekçilerin üzerine polis-asker gücü gönderip onların demokratik taleplerini kurşun, tank-top ile karşılayanların, komşu ülkelerin yönetimlerini “kapsamlı siyasi, sosyal ve ekonomik reformlar” yapmaya ve değişimi “barışçı yollarla” sonuçlandırmaya çağırmaları, ikiyüzlülük bir yana, Amerikan emperyalist şefleriyle iş birliği içindeki komplo ve sabotajları gizlemeye yönelik bir saptırmadır. Suriye’ye karşı ABD ve İsrail yönetimiyle “Gizli toplantılar yapıldığı”, muhalif gruplara silah sağlandığı, gösterilere sızarak çatışmaların körüklendiği, “Mültecilerin modern kamplarda barındırıldığı” propagandasıyla kaçışların teşvik edildiği yönündeki çok sayıda haber basın-yayın organlarında yer almışken, ABD yöneticileri Esat yönetiminin yıkılması yönünde açık politikalar izleyip, Suriye askerlerinin kendi topraklarındaki varlığını bile “Türkiye ile çatışma nedeni” ilan etmişken ve bu politikanın Erdoğan yönetimiyle uyum içinde sürdürüldüğü açıklanmışken, MGK’nın ve AKP’nin açıklamalarını “barışçıl” saymak için fazlaca saflık gerekir.
Söylem ile uygulama, gerçek ile görüntü arasındaki bu çelişki burjuva yönetimlerin başlıca özelliğidir. Amaç için çarpıtma, yalan ve ikiyüzlülük, din istismarcılığında sınır tanımayan AKP yöneticileri açısından “mübah”tır! Kendi ülkesinde halk kitlelerine, Kürt ulusuna, gençlere ve aydınlara her tür baskı ve hak yoksunluğunu dayatan, onlar talepleri için harekete geçtiklerinde de karşılarına polis ordusunu çıkaran bir hükümet ve devlet yönetimi kurumu, komşularına “demokrasi uygulaması” nasihatı verecek kadar işi pişkinliğe vurmuştur!
Yaşananlar iki açıdan da mevcut durum ile uygunluk gösteriyor: ABD politikalarına taşeronluk yapan Türkiye gericiliği, bölgenin etkin gücü olma adına komşularına karşı izlediği gerginlik politikasını “komşularla sıfır sorun” demagojisiyle gizlemeye çalışıyor. Kendi ülkesindeki sorunların üzerine örtmeye çalışırken komşularındaki sorunları öne çıkarıp onları körüklemekle dikkatleri dışarıya çevirmeye çalışıyor. İçeride ise, “daha fazla demokrasi” söylemiyle mücadeleden alıkoymaya çalıştığı halk kitlelerine karşı politikalarını daha da sertleştirmeye yöneliyor.
Bu ‘manevralar’ burjuva emperyalist güçlerin politikalarıyla da, kapitalistler ile işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki çelişkinin ruhuna da uygundur. “Komşularla sıfır sorun” diyen hükümet Libya’ya karşı emperyalist saldırının ortağıdır. Suriye yönetimini yıkmak için her tür entrikanın içinde olduğuna dair güçlü veriler vardır. Halk iradesine karşı uluslararası sermayenin hizmetinde olduğunu son sekiz yılda fazlasıyla kanıtlamıştır ve izleyeceğini ilan ettiği politikalar işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt ulusunun, emekçi kadınlarla gençlik kitlelerinin daha fazla baskı altına alınmasını içermektedir.
Emekçiler ve tüm ezilenler bu durumu göz önünde tutmak zorundadırlar. Burjuvazi, özellikle de tekelci sermayenin hakim güç haline geldiği koşullarda halk kitlelerinin iradesi, istemleri karşısında hiçbir zaman demokratik politikalar izlememiştir. Onu, demokratik hakları tanımak zorunda bırakan yalnızca işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesi olmuştur. Bu durum günümüz açısından çok daha belirgin ve geçerlidir. Emperyalistlerle tekelci gericiliğin temsilcileri için halk iradesi, ancak bu irade sermayenin kesin hakimiyetini engellemediği ve kapitalist yöneticilerin saltanatına dokunmadığı sürece “bir değer” taşır. İşçi sınıfı ve emekçiler kendi iradelerini ancak güçlerini birleştirerek ve burjuvazinin baskı kurum ve güçlerini etkisiz kıldıkları oranda tesis edebilirler. Hak gasplarını önlemenin, demokratik hakların elde edilmesi ve kullanımının, ulusların tam hak eşitliğinin sağlanmasının, komşu halklarla boğazlaşmaların önlenmesinin yolu daha güçlü birliklerden, tüm emekçilerin ve baskı altında tutulanların mücadele birliğinden geçiyor.
Evrensel'i Takip Et