Otomotivden tekstile, kuryeden markete oyun bozan
Farplas işçileri | Fotoğraf: Hasret Gültekin Kozan/Evrensel
Bu hafta içinde işçi sınıfının çeşitli parçaları domino etkisiyle harekete geçti. Kuryeler, depo ve kargo işçileri, metal ve otomotiv sektöründen bazı fabrikalar, tekstil ve market işçileri, Çimsataş, Oppo, BBC çalışanları, bazı taşeron işçiler ardı ardına grev, iş bırakma, direniş ve eylemler başlattılar. Bazıları kısa sürdü ve kazanımla sonuçlandı. Kimileri hâlâ sürüyor; aralarına muhtemelen yenileri de katılacaktır.
Gebze’de otomotiv parçaları üreten Farplas’ta, işçiler grevdeyken gözaltına alındılar. Atılan arkadaşlarının geri alınmasını, iş koşullarının düzeltilmesini, ücret artışı ve sendikalılaşmak istiyorlardı. İçlerinden biri durumlarını şöyle özetlemekteydi: “Evimize ekmek götüremiyoruz, hiçbir şekilde yiyecek alamıyoruz, çocuğumuz bizden bir şey istiyor, istediğini alamıyoruz.” Patron ise işten atma tehdidi altında tuttuğu işçilerin, açlıklarını mesele edeceklerine, çalışabilecekleri bir işleri olduğu için şükretmelerini bekliyordu. Seslerini duyurmak için işyerinin çatısına bile çıktılar.
Migros’ta çalışan ve enflasyon oranı yüzde 82’ye ulaşmışken kendilerine ancak sefalet zammı (yüzde 8) reva görülen işçiler iş bıraktıklarında tıpkı Farplas’taki gibi, konu ‘güvenlik güçleri’ne havale edildi. 500 dolayında işçinin çalıştığı depoya TOMA girdi.
Enflasyon oranı, tam da ‘Geçinemiyoruz’ diye iş bırakan işçilere biber gazlı müdahale yapıldığı sırada açıklanmaktaydı. TÜİK’e göre bu oran yüzde 48 idi. Ne var ki TÜİK’in rakamı ENAG tarafından yüzde 114 olarak yalanlandı; küsuratı da var. Aradaki fark, faturalara uygulanan küçük bir oyundan kaynaklanıyor.
Oyun meselesi önemli. Bu kavram iktidarın sadece devletler arası ilişkiler alanında kullandığı bir jargon değil. Devletin tepesinden bağlı kurumlarına, işverenden TÜİK’e kadar her muktedir kurum ve kişi için halkı yönetme işinin bir unsuru bu.
Örneğin Farplas işçileri ‘Patron bütün oyunlarını oynadı’ diyor; bir kısmı idari izinli gösterilip işten atılmıştı. Bir diğer numara şuydu: “Şirket bir günde iflas gösteriyor, center adı altında bir yıllık firma açıyor. Bu firmanın çalışanları tiyatro-sinema oyuncusu olarak gözüküyor…” Sonuçta her yol güvencesizliğe, sömürüye, en küçük itirazda işten atılmaya çıkıyor. Direnirlerse polis çağrılıyor. İşveren sınıfının Ali Cengiz oyunları bitmiyor ve asla yalnız kalmıyorlar.
TÜİK’in bu yönetme sanatına katkısı son zamanlarda elbette çok büyüdü. Bu kez de enflasyon hesaplamasında kira, elektrik, doğal gaz gibi, kısa sürede fiyatları hızla katlanan, zamlanmış asgari ücreti de silip süpüren kalemlerin ağırlığını azalttı. Haberleşme ve sağlık da tenzil edildi. Muhtemelen bir sonraki adım en temel besin maddelerinin de hesap dışı bırakılması olacak!
TÜİK’in ‘büyük oyun’daki rolü, şişen elektrik ve yakıt faturaları, ödenemeyen kira yüzünden eli şaltere gitmekte olan işçinin, ödeme kriterlerini altüst ederek yasal yollarından birini kapatmak ve böylece işçiyi haksız çıkarmak. Türkiye’nin ucuz emek cennetine dönüşmesinde TÜİK istatistiklerinin az payı yok.
TÜİK’in endeksleriyle hesaplanan açlık, yoksulluk sınırı ile buna bağlı asgari ücret, ikramiyeler, zam oranları başlıca tüketim malzemelerinin günlük kullanımındaki yeri sırf iktidara bağlı bu kurum tarafından gelişigüzel, keyfi olarak, kağıt üzerinde daraltıldığı için emekçi her seferinde borçla başlıyor pazarlığa. Kurumun verilerine ilişkilenmiş yasal hak ancak yarı aç, yarı tok yaşamaya el veriyor. Giyinmek, duş almak, ütü yapmak, bilgisayar kullanmak her şey, yemek içmek… her şey artık lüks sayılır. Bunlara sahip olmak ise artık bir zenginlik göstergesi. Odasında ampul yakabilme mutluluğuna paha biçilemez!
Çin modeline geçiyoruz diyerek emeği ucuza satın alınabilir bir metaya dönüştürmenin neticesi bu. Yıllardır bölüşüm sisteminde emekçinin payına düşeni tırpanlayan, yoksuldan alıp zengine aktaran, işçi fonlarını sermayeye boşaltan, pandemiyi bahane bilerek çalışma kampları inşa etmeye girişen ve esnek çalışmayı kurumlaştıran, taşeron ve güvencesiz iş bağıtlarını dayatan sistem ve iktidar bürokrasisinin meyvesi derin bir yoksulluk oldu. Bugün birer birer greve çıkan işçiler sadece ücretleri için mücadele etmiyor. Düşük ücret pervasız bir sömürünün görünür sonucu sadece.
Onu insanlık dışı şartlarda çalışmaya zorlayan, varını yoğunu, hayatının her alanını kuşatarak ticarileştiren sermayeden kendine ait olanı almaya çalışan işçinin sınıf mücadelesi bu. Kendinden çalınanın bir kısmını geri istiyor. Birbirine bakarak, birbirinden güç alarak harekete geçiyor.
Sadece Türkiye’de değil benzer saiklerle ABD ve Avrupa’daki işçiler de dayatmalara karşı hareket halinde.
Demek ki şimdi dünyada oyunu bozan işçiden esiyor yel.
- Arka taraf! 15 Kasım 2024 04:48
- Kürtler Türkler birbirini sevsin! 01 Kasım 2024 05:02
- ‘Çözüm’süz süreç 25 Ekim 2024 15:05
- Hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler oluyormuş gibi çözüm süreci 18 Ekim 2024 05:07
- Yenikapı ruhu 2.0 11 Ekim 2024 04:50
- Kimin yanında, kimin karşısında? 04 Ekim 2024 04:55
- Narin'in katlinden polis cinayetine 27 Eylül 2024 06:05
- İsrail’in kirli savaşı 20 Eylül 2024 06:00
- Narin'in gerçek sırrı 13 Eylül 2024 05:23
- Halaydan büyük meseleler 06 Eylül 2024 05:41
- SETA'dan gelen imdat 30 Ağustos 2024 04:55
- İzmir yangınının anatomisi 22 Ağustos 2024 05:00