04 Şubat 2022 22:59

Dilberay | Acılara yürüyor, korkmuyorum!

Fotoğraf: Basın görseli 

Paylaş

Yeşilçam günlerinden bugüne uzanan bir film izleme hafızası var bu ülkede. Amiyane tabirle söylersek, “Ağla ağla öldük” temalı bu filmler, bugün de dönemin içerik ve estetik biçimine bürünerek devam ediyor. Kimisi hakkını yemeyelim iyi oluyor, misal “Babam ve Oğlum” gibi. Ama mesleki tabirle söylersek en nihayetinde “istismar filmleri”dir bunlar. Yakın dönemde en iyi örneklerini “Ayla ve Müslüm’ün yapımcısı”ndan gördüğümüz bu filmlerin hikaye biçimi ana akım televizyon dizilerine yakındır özü itibarıyla. Estetik olarak öyledir ve ana akım işlerde zanaatını ispatlamış isimler oturur kameranın arkasına…

İşte televizyon dizilerine imza atmış Nalan Merter Savaş ve Kamuran Süner’in yazıp;) Ketche ((Romantik Komedi, Müslüm, Şampiyon, Teşkilat) mahlasıyla bilinen Hakan Kırvavaç’ın yönettiği “Dilberay” tam yazının girişinde bahsettiğim türden bir yapım. Özellikle ilk bir saati acının, yoksulluğun, şiddetin tasvir edilmeyip tarif edildiği, yoksulluğun gösterilmeyip gözümüze sokulduğu ağır bir melodram film. Türkiye sineması ana akımının büyük sıkıntılarından birisi bu. Hissettirmek değil göstermek, atmosfer değil durum yaratmak, genel bir bakış koymak değil bir kişinin acısını kullanmak üzerinden ilerliyor her şey.

Kuşkusuz üç yıl önce aramızdan ayrılan Dilber Ay’ın hayatı büyük acılarla geçmiş ve bu ülkenin değiştirilememiş bir arızasına dikkat çekiyor. Ama filmin yaratıcılarının böyle problemleri yok. Özellikle ilk 70 dakika (Saate baktım) baba, koca, anne şiddeti ekseninde, bu şiddetin kaba ajitasyonun ötesine geçmeyen (Ama seyirciyi etkileyeceği kesin) ve karikatürize edilerek gösterilmesiyle geçiyor. Daha 12-13 yaşlarındaki Dilber’in babasının eliyle önce gaddar bir adam, sonra kuzeni, sonra yeniden eski kocasıyla evlendirilmek zorunda bırakılması; çocuk yaşta üç kez anne olması bu dönemin özeti. İkinci bölümde ise, müzik hayatının başlaması ve çocuklarını geri alma mücadelesi anlatılıyor.

Filmin yetmişinci dakikasına dikkat çekme nedenim, izlediğimiz onca şeyin nasıl havada kaldığının o anda ortaya çıkması. Bir saati aşkın süre boyunca Dilber’in hayatına dair yalnızca şiddeti gördükten sonra bir anda müzik giriyor hikayeye. Çok kötü çekilmiş ve hikayeden ayrı duran ilk bölümdeki TRT müzik seçmelerini dışarıda bırakırsak. Bir biçimde babası ikna olup da Dilber’i TRT stüdyolarına getirdiğinde, ilk kayıt günü hatalar yapınca şöyle diyor genç kadın: “Ben sadece kemana alışığım türkü söylerken, bir de babam saz çalardı arkada”. Şimdi o saate kadar yalnızca dayak yediğini düşündüğümüz Dilber’in, kızını dövmekten başka bir işlevi olmadığını anladığımız babanın farklı hikayelerine tanıklık ediyoruz bir anda. Çünkü Dilber’in hayatında müzik hiç yok aslında filmin başlarında. Oysa anlıyoruz ki, varmış. Kızına eziyet etmekten başka bir şey bilmeyen babayı saz çalan biri olarak göstermek istememişler belli ki. Bu kadar detaya girmemin nedeni, hikayedeki karakterlerin tek boyutlu, Dilber Ay’ın acılarını sömürmeye yönelik olduğuna dikkat çekmek.

Yukarıda da belirttiğim gibi, filmin ikinci yarısı Dilber’in hem meslek hayatına tutunma hem de çocuklarını yeniden bir araya getirme sürecini ele alıyor. İlk bölüm kadar olmasa da bu dönemlerde de hayatı başta (artık şiddet olmasa da) babası ve erkek kardeşi olmak üzere, erkekler tarafından altüst ediliyor. Ancak bu dönem, iyi gazino patronlarının, güvenilir meslektaşların ve aşık olunacak adamların da yer aldığı, acı dozunun azaldığı, bir süreci ele alıyor. Daha çok Dilber’in ayakları üzerinde durması ve başta babası ve kocası olmak üzere kendisine yaşadıklarını reva görenlerle yüzleşmesine giden yollar döşeniyor.

Son 5-6 yılda sayıları giderek artan bu biyografi filmlerinin hemen hepsinin temel sıkıntısı, bir zaman aralığını, bir durumu değil konu edinilen kişinin hayatının uzunca bir bölümünü ele almaları. Üstelik bu kadar uzun bir zaman aralığında ‘Ağla ağla öldük’ temasıyla hikaye yazmak zorunda kalınca, birbirinin ardına bağlanmış skeçler şeklinde ilerleyen sahneler, dramatik yapımın bir türlü inşa edilememesi ve ortaya bir filmden çok televizyon dizisi çıkıyor ortaya. “Dilberay” da bu listeye eklenecek yeni bir halka ne yazık ki.

Filmin oyuncularıyla ilgili ilginç ve tatsız iki notla bitirelim. İlginç olan “Müslüm” filminde Müslüm Gürses’in gençliğini oynayan Şahin Kendirci’nin kardeşi Zeliha Kendirci, Dilberay’ın çocukluk dönemini oynuyor burada da ve hiç fena değil. Yetişkinlik dönemini canlandıran Büşra Pekin’in çabaları ise yukarıda saydığım yapısal nedenlerden ötürü ışıldayamıyor açıkçası. Tatsız olan ise yakın zaman önce kaybettiğimiz, Ayberk Pekcan’ı son kez perdede görüyor olmak.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa