‘Demirkazık’ meselesi
Fotoğraf: Giuseppe Donatiello/Flickr
Kirvem,
Memleketimizin sathında, yurdumuzun dört bir yanında şu veya bu baptaki işlerimiz terso gittiğinde, daha da doğrusu özenle inceleyip, tartıp biçtiğimiz halde, kağıt üzerindeki hesaplarımız sarpa sarıp, üstüne üstlük bir de içinden çıkılmaz kulvarlara doğru yol alınca; öncelikle çevremizde başımıza çorap örmek isteyen “hain”ler arayıp, dolayısıyla aksayıp tökezleyen bilumum meselelerimizin nedenlerini öncelikle onun bunun sırtına yüklemekle meşgulüz…
Aslında yıllardan beri başımız sıkıştıkça hemen her defasında aynı “milli” refleks doğrultusunda attığımız adımların eninde sonunda işe yaramadığını, dahası da; ata yadigarı fıtratımız yüzünden sorunlarımızın çözülmesi bir yana, tam aksine giderek daha da çetrefil boyutlara ulaştığını çeşitli vesilelerle gördüğümüz halde, nedense, ne hikmetse bu huyumuzdan bir türlü bu vazgeçmediğimize göre, demek ki, “Ağlanacak halimize gülmek”, belki de kaderimizin bir nevi cilvesine mi dönüştü, ya da dönüşüyor?
Seneler senesi ağlanacak halimizle ilgili meselelerimizi halı altına süpürmekle ömür tüketirken, diğer taraftan da ecdadımızdan miras kalan, “Kol kırılr yen içinde kalır” hükmünden yola çıkıp, böylece “ser” verip “sır” vermeyen bu tavrımızla milletçe sözde övünüyoruz ama, nafile!
Nafile… zira bir vakitler ucuyla bucağının nerede başlayıp, keza cehennemin hangi tandırında nasıl noktalanacağı meçhul olan bu “yalan dünya”nın zaten olmayan sınırları, akıl almaz teknolojik uğraşlar sonucunda küçüle küçüle, gari neredeyse uyduruk bir ping pong topunu andıran boyutlara ulaşınca; özetin özetiyle söylemek gerekirse, daha ilk günden itibaren temel taşı yampiri ya da eğri büğrü konan bu “bozuk düzen”in sallapati gidişatı tümüyle ayvayı yiyince, artık “kozmik’ odaların karanlık dehlizlerinde kimsenin kimseden saklayacak sırları, kapalı kapılar ardındaki bohçalar içindeki “kirli çamaşırlar”ı haraç mezat ortalara dökülüp saçıldığı ayan beyan ortadayken, o zaman bu saatten sonra atalarımızın buyurdukları “Kol, yen, ilik, düğme, fermuar, fistan” faslı belki de çoktan miadını doldurup, tedavülden kaldırıldığı için bundan kellim hemen herkes kendi meşrebine, eh tabii ki aynı zamanda da bilek gücüne, kadifeden kesesinin tombulluğuna göre istediği makamda saz çalıp, çığırıp, keza öncelikle kendi tiz sesine ayarlı “akort“ yapmakla meşgul…
Mazide kalan o günlerin ardından, şimdilerde milletçe başımıza musallat olan dahili, harici her türlü melanetin, birlik ve beraberliğimize göz diken her türlü “zillet”in kökünü kazımak için kollarımızı bir taraftan sıvarken, beri yandan da özellikle de tam da şu sıralar pandemi nedeniyle ekonomik çalkantılar içinde debelenip duran insanlık alemine; maddi, manevi yardımlarımızı esirgemeyip, hatta demirkazık yıldızı gibi meccanen yol göstermemize rağmen, yine de çevremizde bir günden diğerine semizotu, pırpırım, süpürge tohumu misali giderek artan düşmanlarımızın sayıları çoğalıp duruyorsa, o zaman bu işte, bu gidişatımızda acaba bir tuhaflık yok mu Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30
- ‘Muvakkithaneler’ meselesi 02 Ocak 2022 04:00