Tarancı'nın bastığı bam teli
Fotoğraf: Dilek Omaklılar/Evrensel
Şimdi de onulmaz korkundur
Evde ekmeğin tükenmesi
Un biter, ekmek biter, gelsin ödünçler
Unutacak mısın yüreğim?
Gülten Akın
En son ne zaman vaktinde yastığa başımı koyup derin ve rüyasız bir uykuya daldım hatırlamıyorum.
En son ne zaman açıklama gereği duymadan ağız dolusu güldüm. En son ne zaman çok emek verip yorulmadan, önüne ardına bakmadan, anlık bir mutluluğun ortasında buldum kendimi, en son ne zaman mutluyduk sahi?
En son ne zaman umurumda olmamıştı kimin kime oy verdiği, en son ne zaman öfkelenmeden bitmişti bir tek gün?
Şöyle anlatıyordum ruh halimi: Yer yer sıvaları görünen, koyu gri boyası kirden sararmış duvarlar arasında yıkık bir hastanenin acil koridorunda gibiyim.
Her yerim birden ağrıyor. Tedavi için bekliyorum. Sürekli birileri geliyor acile, hepsinin durumu benden ağır. Ortada doktor yok, hemşire yok. Bazen birkaç bekleyenle birlikte birine pansuman yapıyoruz, ayaklarını havaya kaldırıyoruz, kana tampon yapıyoruz ya da hep bir ağızdan doktor diye bağırıyoruz. Diğerleri oflayarak izliyor bizi. Birileri ölüyor gözümüzün önünde. Birileri inliyor biteviye.
Dayanılacak gibi değil. Sıra numaram yok, duvarlarda resim yok, bir ses, bir müzik yok. Gazete yok. Oyalanacak hiçbir şey yok. Sıkıntıdan çatlamamak için ıslık çalsan cık cık çekiyor birileri, susturuyor hemen.
Rahatsız, paslı, soğuk bekleme sandalyesinde gözlerini kapatıp uyusan... Ağrılar sabit. Uyutmuyor. Hem uyusan da nereye kadar? Sıranın ne zaman geleceği de meçhul.
Günler böyle bir sıkıntıyla geçiyordu.
Bir anda o koridora nümayişle renkler daldı: İşçilerin üzerinde Alpin mavisi, Trendyol turuncusu, Yemeksepeti pembesi, Farplas kırmızısı...
O marşlar, şarkılar, rengarenk formalar bir kalp masajı gibi.
Salgının belki de tek güzel hali; renkten renge, fabrikadan motorlara, motorlardan ofislere sıçradıkça ortalık sanırsın gökkuşağı.
Şöyle bir silkindik hepimiz: Tabii ya hak verilmez alınır. Elbette kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Zafer direnen emekçinin olur. Oluyor da.
Bir hafta bilemedin on gün. Kontak toptan kapatılınca, üretim yekten durunca, o hak alınıyor.
Bu kavga ekmek kavgası, benzemiyor hiçbir şeye.
Sanki birileri karanlığı elleriyle yırtıyor da içeriye ışık sızıyor.
Bir yandan sıkışıyor kalbim. Binlerle yollara düşüp, kontakları kapatıp, bantları durdurunca, sistem kilitlenince, hak verilmez alınır.
Özgürlük ekmek kadar değerli değil miydi? Peki ya hukuk, adalet?
Barış diyeni tutukladılar, bombaladılar da biz nasıl yüz binler olamadık?
Pınar Gültekin’i yaktılar, Emine Bulut’un son cümlesi kulaklarımızda çınladı, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz change.org’ta en büyük kampanyaydı, 1 milyondan fazla insan imzaladı. Binlerce kadın sürekli alanlardaydı. Neden yüz binlerce değildik? O 1 milyon imzadan son 1 Temmuz eylemine gelenleri çıkarınca hâlâ en az 990 bin kişi var. İmza yetmedi gördük.
Unutacak mısın yüreğim?
Sadece ödediğimiz faturada mı çatlayacaktı sabır taşı? Bir annenin, Taybet İnan’ın cesedi 7 gün sokakta kaldı, bir ana, kızının, Cemile Çağırga’nın cesedini günlerce derin dondurucuda sakladı.
Kemal Kurkut’u sırtından vurdular, fotoğrafı çeken gazeteciyi tutukladılar. Dilek Doğan kendi evinde, Deniz Poyraz parti binasında sırtından vuruldu da ne Ankara’da ne İstanbul’da trafiği durduramadık.
Yatağında uyurken mültecileri yaktılar, daha bu hafta 12 insan Edirne sınırında donarak öldü.
Saymakla bitiyor mu? Çorlu, Hendek, Aladağ, Ensar, Ankara Garı, Suruç, Reina, Gezi Davaları…
Hasta tutsaklar var, Aysel Tuğluk için aylardır bağırılıyor. Siyasi tutsak sayısı on binlerle anılıyor. Kavala, Demirtaş davalarının bedeli ağır.
Herkesin bir “ama”sı oluyordu.
Her evde olan sayaçların hızı insana haksızlığı görünür kıldı. Yaşamdan anladığımız bu muydu peki? İnsanca yaşamın ilk şartı “yaşamak” değil miydi?
O ilk sarı öküzü kaç kere teslim ettik ellerimizle, bir daha bir daha bir daha...
Çok insan çok ağır bedel ödedi, ömürleriyle, canlarıyla.
Bugün umutla dolan kalbim bir yandan geçmişin acısıyla sıkışıyor.
Su gibi, ekmek gibi elzemdi yaşam hakkı, yolu belliydi, yollardı, sokaklardı, yan yana duramadık, giden canlar için kentlerde hayatı durduramadık.
Şimdi o gökkuşağı günümüzü aydınlatırken, hazır mıyız dört koldan firesiz kucaklamaya?
Sönümlenmeden, rengini kaybetmeden, büyütebilecek miyiz?
Bir fırtına geliyor derinden, dipten bir dalga. Sadece izleyecek miyiz? Seçime kadar?
Sanki binebileceğimiz son tren de birileri rayları söküyor gibime geliyor arkasından.
Eğer bu sefer de kaçırırsak geçtim geleceğimizden, en çok bedel ödeyenlere karşı başımız bir daha yerden kalkmayacak.
Bilmem duymuş muydunuz Cahit Sıtkı Tarancı ve Nâzım Hikmet arasında gidip gelen şiirli kağıdı.
1947’de Cahit Sıtkı Tarancı “Bir Şey” şiirini daktilo edip Bursa Cezaevine Nâzım Hikmet’e göndermiş:
“Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lâzım insana lâzım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor” diye başlayan şiir Nâzım Hikmet’e hasretini anlatıyor.
Kardeşçe.
Ama bir dörtlüğünde diyor ki:
“Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür”
Kızıyor Nâzım Hikmet bu satırlara. Ne demek bir garip kuş? Bedelini bilerek yazdı o satırları mavi gözlü dev. Otur denmiş de oturmuş mu ki oracıkta?
Yatar Bursa Kalesi’ndeyi kaleme alıyor:
“Sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar Bursa kalesinde.
Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.
Memleket toprağındadır kökü,
Bedreddin gibi taşır yükü,
yatar Bursa kalesinde.
Yüreği delinip batmadan,
şarkısı tükenip bitmeden,
cennetini kaybetmeden,
yatar Bursa kalesinde.”
İşte bu kavga da böyle, ne bir garip kuş ne oturur otur dendikçe.
Cahit Sıtkı gibi uzaktan hasret bildirmek kolaydı, şimdi Nâzım gibi taşımak lazım yükü.
Zincirini kırmışlara selam olsun, yolumuzu açanlara.
Umarım hep birlikte firesiz yürürüz bu defa o gökkuşağının altında.
Neyin kavgası olduğunun farkında olarak.
- Kelime eksikliği 01 Şubat 2025 03:15
- Yaşamak arzusu 25 Ocak 2025 04:02
- Var mıyız yok muyuz? 18 Ocak 2025 04:08
- Uykusuzluk üzerine 11 Ocak 2025 05:00
- Merhaba yeni sene, mutluluk hangi seneye? 04 Ocak 2025 06:30
- Öngörü, strateji ve bir film üzerine 28 Aralık 2024 04:50
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47