Göçer Dünya-Yavana (3)

Fotoğraf: Pixabay
Yazarın kurduğu distopik dünyada yine yazarın geniş kültürel ve edebi birikimi, mitoloji bilgisi, roman kahramanı Salman’ın gezip dolaştığı kentleri, sokakları iyi biliyor olması romanı daha da güçlü kılıyor, okurken bilmediğimiz çok şeyi öğrenmemizi de sağlıyor. Göçer Dünya, yaşadığımız distopyanın adeta uydu görüntülerini çekiyor atmosferden ancak içinde güçlü bir ütopyayı da barındırıyor.
Suriye’de yaşananlar sonrasında savaştan kaçıp hayatta kalmak isteyenlerin oluşturduğu yoğun göç de şu cümlelerle yer alır kitapta: “Doğu Aleppo’daki ayaklanmalarda hızla silahlandırılan ve sonuçta galebe çalan cihadistler olmuştu. Damaskus’un diktatörü Doğu Aleppo’yu da yerle bir ettikten sonra Tampon Bölge’ye bir koridor daha açıldı, şehirden tahliye edilenler buraya akıyordu. Tampon Bölge insanları hiç hazırlıklı olmadıkları dev göç dalgaları ile karşı karşıya olduklarını geç de olsa anlamaya başladılar. Ne var ki oklar buna yol açanlara, çatışmaları savaşı kışkırtanlara değil, savaşın kurbanlarına yöneliyordu.” (s.83)
Romanında “Göçer Dünya”nın acımasız gerçeklerini, yaşanan insanlık dramlarını bize yansıtan yazar, göç yollarında, çöllerde akbabaların, denizlerde köpek balıklarının birbirleriyle yarışan seri katiller gibi çalıştığı bir dünyada olduğumuzu gösteriyor, her tanıdığı insanla ve onun anlattıklarıyla kendi geçmişiyle de insanlık tarihiyle de bağ kuruyor, Babil Destanı’ndan, Troya Savaşı’na, aktardıklarına uzanıyor.
“Batı’dan gelen barbarlar Troya’yı yakıp yıktıktan sonra yalnızca Helene’yi değil, Troya’nın bütün hazinelerini de alıp götürdüler. Troya savaşı Haçlı Seferleri’nin antik versiyonundan, tarihin en eski çapulcu savaşlarından biridir. Ama tarihin cilvesine bak ki, yüzyıllar boyunca yağmaladıkları ve yaşanmaz hale getirdikleri coğrafyalardan gelen ötekileri Europa adını verdikleri Birleşik Kıta’ya sokmamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar şimdi.” (s.85)
“İnsanlığın bugün karşı karşıya olduğu yeni bir Kavimler Göçü değilse neydi? Gezegen’in henüz yaşanabilir olan bölgelerinde Güvenlikli ve Yüksek Güvenlikli Bölgeler kuruyorlar, yaşanmaz hale getirdikleri coğrafyalardan gelenleri engellemek için aralarına Tampon Bölgeler oluşturuyorlardı. Ötekileri dışarıda bırakmak için Uygar Dünya’nın teknolojik imkânlarını kullanarak eski barbarlıklarına geri dönüyorlardı.” (s.99)
“Çamların arasından Arşipel sonsuz maviliği ile gözlerinin önüne serildi. Davetkâr bir mavilikti bu, insanı ısrarla kendine çağıran, bin bir türlü heyecanlar ve serüvenler vaad eden bir mavilik. Tarihin bilinmedik zamanlarından beri böyleydi. Tanrılar tanrısı Kronosoğlu Zeus’un güzeller güzeli Europa’yı kaçırdığı, Romalıların taş üstünde taş bırakmamacasına yok ettikleri muhteşem Kartaca, geride hiçbir iz bırakmadan yakılıp kül edilen İskenderiye Kütüphanesi, Kavafis’in İskenderiyesi, Justine, Balthasar, Kleo ve daha kim bilir kimler? Hepsini de başka şekillerde içine çekip almış olan Adalar Denizi! Muhayyilesinde Halikarnas’a kadar gitti. Önünde uzanan maviliklere bakarak: Arşipel aşkına, Halikarnas aşkına! diye bağırdı. Sonra yaptığına şaştı, sırtını kadim bir çam ağacının sağlam gövdesine yaslayıp oturdu” (s.100)
YÜKSEK GÜVENLİKLİ BÖLGE
George Orwell 1984 adlı romanında distopik bir dünya kurgulamış, anlatmıştı. Kitap Okyanusya adlı toplumun yaşadıkları olayları anlatır. 1984 modern dünyanın protestosudur aslında; geleceğe ilişkin bir kabus senaryosudur. “Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, yazarın hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Ana fikri “Durum ve şartlar ne olursa olsun insanlar hangi rejimler ile yönetiliyor olursa olsun düşünceler baskılanamaz ve herkes istediği şeyi sorgular ve düşünür.”
1984’de “Topluma, tüm insani duygulardan arınmalarını emreden Büyük Birader; ülkede aşkı, erotizmi, bireysel evliliği ve günlük tutmak gibi insani eylemleri de yasaklamıştır. Evlilikler, tamamen devlet kontrolündedir ve amaç yalnızca devlete hizmet edecek çocuklar yetiştirmektir.”
İlk yayımlanma tarihi: 8 Haziran 1949 olan bu düşsel distopik-politik romanın anlattıklarının bizim de içinde yaşadığımız çağda, yaşadığımız yıllarda acımasız ve geri dönüşsüz bir gerçeğe dönüştüğünü, içinde yaşadığımızı gördük ne acı ki.
Engin Günay da kitabında distopyanın gerçeğe dönüşen halini anlatıyor yaşanan gerçeklikler ışığında. “Göçer Dünya-Yavana”nın ikinci bölümünde, “Yüksek Güvenlikli Bölge” başlığıyla yer alan 3. kısımda içinde yaşadığımız acımasız distopik dünya anlatılır. Salman Göçer köyünde Aleko’dan Yavana Khatun ile oğlunu Ana Kara’ya, İdomenia’daki Tartaros toplama merkezine gönderildiklerini öğrenir. Yeni ve zorlu bir yolculuğa çıkmaya karar verir:
“Tartaros’ta olup bitenler üstü örtülemez hale gelince Birlik sınırları içinde bile büyük tepki toplamış, birçok yerde protestolar yapılmış. Bunun üzerine durumları kötüleşen kadınlarla çocukları İdomenia’ya gönderme kararı almış Birlik’ dedi Aleko. ‘Senin Yavana Khatun ile Zero’nun da son gönderilen grubun içinde olduğunu öğrendik’ diye ekledi.
Alplerin öte yakasında, Defend Zone’daki direnişçilerle ilişki kurup geçişleri içeriden destekleyecek, daha doğrusu geçiş yapıldıktan sonra onları Yüksek Güvenlikli Bölge’ye güvenli bir şekilde dağıtıp yollarına devam etmelerine yardımcı olacak insanlara ihtiyaç vardı. Bu girişimin öncülerinden biri de imparatordu.
İmparator ve Theresia’nın önerisiyle bulundukları kampa gidip onları oradan çıkarmaya karar verirler. Ceplerindeki kırmızı pasaportlarıyla -her kapıyı açan maymuncuklarıyla- Ada’dan Ana Kara’ya uçacaklardı. Oradan da ver elini Turicum: Yüksek Güvenlikli Bölge’nin yüreğine! Sonrasını yaşayıp görmesi gerekiyordu.”
Not: Haftaya yazının son bölümüne yer vereceğiz.
Evrensel'i Takip Et