7 Şubat 2022

IŞİD liderinin öldürülmesi ve İdlib sorunu

IŞİD’in Bağdadi’den sonraki lideri Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi, ABD’nin 3 Şubat’ta İdlib’de düzenlediği operasyonla öldürüldü. Bağdadi’nin 27 Ekim 2019’da İdlib’de Türkiye sınırına kuş uçuşu 5.5 km mesafedeki Barişa köyünde öldürülmesinin ardından Kureyşi’nin de yine Türkiye sınırına kuş uçuşu 1.5 km mesafede İdlib’e bağlı Atme’de öldürülmesi, dikkatlerin yeniden İdlib’e çevrilmesine neden oldu. Kureyşi’nin öldürüldüğü yer, aynı zamanda dünyanın en büyük mülteci kampı olarak gösterilen Atme Mülteci Kampının da sadece 2 km uzağında bulunuyor. Dolayısıyla IŞİD liderinin öldürüldüğü yer, hem İdlib’de büyük oranda kontrolü elinde bulunduran Heyet Tahrir eş Şam’ın (HTŞ) ve hem de Türkiye ve desteklediği cihatçı grupların (ÖSO) etki alanı içinde olmasıyla da dikkat çekiyor.

ABD’nin IŞİD liderini öldürmesinin ortaya çıkardığı sonuçlar ve işaret ettiği tehlikelere geçmeden önce şu hatırlatmayı yapmakta yarar var: İdlib’de kontrolü elinde bulunduran HTŞ ve IŞİD aslında aynı örgütün (el Kaide) uzantıları. Bu iki örgüt arasındaki ilişki en özet haliyle şöyle: Bağdadi’nin liderliğindeki Irak el Kaide’si 2004’te IİD (Irak İslam Devleti) adını alıyor. 2012’de Culani’nin başını çektiği IİD’de bağlı militanlar Suriye savaşına katılmak için Suriye’ye geçip el Nusra Cephesi’ni kuruyorlar. Bağdadi 2013’te IİD ve el Nusra’nın IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) olarak birleştiğini ilan ediyor. Culani bu birleşmeye karşı çıkınca örgüt bölünüyor ve Nusra ile IŞİD birbiriyle mücadele eden iki örgüt haline geliyor. Bu arada 2015’te İdlib’i ele geçiren el Nusra, terör örgütleri listesinden çıkabilmek amacıyla 2016’da el Kaide ile ilişkilerini sonlandırdığını açıklayıp HTŞ adını alıyor.

IŞİD liderinin öldürüldüğü operasyonun zamanlamasına bakınca, ABD’nin bu operasyon üzerinden mesaj vermek istediği anlaşılıyor. Çünkü bu operasyon, IŞİD’in geçen ay Haseke vilayetinde Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) kontrolünde bulunan Sina Cezaevine yaptığı geniş kapsamlı saldırının ardından gerçekleştiriliyor.

IŞİD, 5 bin yönetici ve militanının bulunduğu bu cezaevine yaptığı baskınla Haseke kentini ele geçirmek ya da en azından yeniden toparlanmak istiyordu.

Peki, IŞİD’in belli bölgelerde kontrolü sağlamasını ya da en azından kaotik bir ortam oluşmasını en çok hangi yönetim isterdi?

 Bu sorunun yanıtı hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Erdoğan iktidarıdır. Çünkü bu girişim başarıya ulaşsaydı hem Kürt özerk yönetimi büyük bir yara almış olacak ve hem de uzun bir dönemdir bölgede operasyon peşinde koşan Erdoğan yönetimi de buraya müdahale için kendine yeni bir gerekçe (IŞİD ile mücadele) yaratmış olacaktı.

Dolayısıyla ABD yönetiminin Kureyşi’nin öldürüldüğü operasyon sonrasında SDG’ye teşekkür etmesi, Erdoğan yönetimine verilmiş bir mesaj anlamı taşıyor.

Burada elbette ABD emperyalizminin IŞİD’i ve IŞİD ile mücadeleyi bölgedeki varlığını meşrulaştırmak için araçsallaştırmasını da meselenin bir diğer boyutu olarak not etmek gerekiyor.

Öte yandan ABD’nin, Türkiye sınırının dibinde IŞİD liderini öldürdüğü operasyon ile SDG’ye karşı tutum ve IŞİD ile ilişkileri konusunda Erdoğan iktidarına mesaj vermesinden İdlib’de ABD ve Türkiye yönetimlerinin karşı karşıya olduğu sonucunu çıkarmak da yanıltıcı olacaktır. Aksine gerek HTŞ ve gerekse İdlib’deki Türk askeri varlığı konusunda ABD ve Erdoğan yönetimi arasında bir uzlaşma olduğu söylenebilir.

Geçen dönem ABD Suriye Özel Temsilcisi olan James Jeffrey ocak 2020’de HTŞ için şunları söylüyordu: “Bunlar doğrudan el Kaide’nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik.”

HTŞ Lideri Culani de ABD’den gelen bu sıcak mesaja ABD’li Gazeteci Martin Smith ile yaptığı röportajda “Artık Kaide ile bağlantılı değiliz, ABD ve batı için tehdit değiliz, çıkarlarımız ortak” diyerek aynı biçimde yanıt veriyordu. Culani aynı şekilde Erdoğan yönetiminin İdlib’de Rusya ve Suriye yönetimine karşı askeri olarak denge sağlayıcı bir rolü bulunduğunu ve ikili ilişkilere önem verdiklerini de söylüyordu.

Erdoğan da “Teröristlerle mücadele ediyoruz” diyerek zaman zaman İdlib’e operasyonlar düzenleyen Rusya’ya “Kim terörist? Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi” diyerek yanıt veriyordu.

ABD’nin IŞİD liderini öldürdüğü operasyondan sonra Erdoğan yönetimine asıl uyarı Rusya cephesinden geldi. Bu operasyonun ardından Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, “IŞİD liderinin çatışmasızlık bölgesindeki Atme kasabasında gizleniyor olması Suriye makamlarının kontrolü dışında kalan bu bölgenin terör örgütleri tarafından kullanıldığını bir kez daha gösterdi. Bu Türkiye ile yapılan ilgili anlaşmaların öngördüğü gibi İdlib’deki çetelerin ve militanların karakollarının hızla ortadan kaldırılması ihtiyacını doğrulamaktadır” açıklamasını yaptı.

Bu değerlendirmelere bağlı olarak ABD’nin IŞİD liderini öldürdüğü operasyon üzerinden genel sonuçlar çıkarmak gerekirse şunlar söylenebilir:

Birinci olarak; ABD’nin IŞİD ve HTŞ karşısında takındığı tutum (IŞİD ile mücadele ederken HTŞ’yi olumlaması),cihatçı terör örgütleriyle ilişkisini belirleyenin bu örgütlerin bölge ve dünya için oluşturdukları tehdit olmadığını bir kez daha gösterdi. ABD’nin Afganistan’daki el Kaide’den bu yana cihatçı terör örgütleri ile ilişkisini belirleyen şey, bu örgütlerin kendi politik çıkarları karşısındaki pozisyonları oldu.

İkinci olarak, Rusya’nın operasyon sonrası yaptığı açıklama sadece İdlib’in bütün cihatçı terör örgütleri için bir sığınak haline gelmesi konusunda bir uyarı olmakla kalmıyor, Erdoğan iktidarına da sorumluluklarını hatırlatarak olası bir İdlib operasyonunun da sinyallerini veriyor.

Türkiye’de birçok katliam gerçekleştiren IŞİD’in liderinin sınırın dibinde ve üstelik Türkiye’nin askeri olarak denetleyip kontrol edebildiği bir noktada öldürülmesi, hepimizin bildiği bir gerçeği bize bir kez daha gösterdi: Erdoğan iktidarının cihatçı terör örgütleriyle ilişkilerini! Erdoğan iktidarının Suriye’de denetimi altında bulundurduğu bölgelerin cihatçı terör yuvası haline geldiği daha önce BM raporlarına da yansımıştı.

IŞİD liderinin bile Türkiye’ye rahatlıkla girip çıkacak bir noktada bulunması, Erdoğan yönetiminin bugün yayılmacı emeller için iş birliği yaptığı cihatçı terör örgütlerinin yarın Türkiye için nasıl bir tehdit haline gelebilecekleri konusunda uyarıcıdır.

Ancak savaşçı-yayılmacı politikaları ve İslam liderliği iddiasını kendi iktidarının en önemli dayanakları olarak gören Erdoğan’ın bu uyarıyı dikkate almasını beklemek de hayalcilik olur.

Sonuç olarak; IŞİD liderinin öldürüldüğü operasyon, hem emperyalist politikaların iç yüzünü ve hem de Erdoğan iktidarının bölgedeki gerici ve bölge halklarının güvenliğini tehlikeye atan pozisyonunu ortaya koyuyor. Bölge halklarının bu cendereden kurtuluşunun ve barışçıl bir gelecek kurabilmelerinin yolu, emperyalistlere ve iş birlikçi bölge gericiliklerine karşı antiemperyalist, laik ve demokratik bir mücadele çizgisinden geçiyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et