Kaygılarımızın kışı

Fotoğraf: Gökhan Balcı/AA
Yazımın başlığını John Steinbeck’in bir romanından aldım. Berrak Göçer’in çevirisinden Sel Yayınlarından çıkmış. Üç dört baskı yapan bu romanın aslında yazımla ilgisi yalnızca adından kaynaklanıyor. Çünkü bu kış gerçekten de yurttaşlarımızın kaygılarıyla geçiyor. Pandemi döneminde pek çok acı yaşayan ülkem insanı, iktidarın birbiri ardına yaptığı ekonomimizi çökerten yanlışların da etkisiyle bunalıma girdi. Toplumda psikolojik sıkıntılar çoğalırken hekimler de psikolojik açıdan kendilerine başvuran yurttaşlara tanıyı koydu: Kaygı bozukluğu.
Milli gelirin büyük kısmını küçük bir azınlığın paylaştığı Türkiye’de işçiler, memurlar, hekimler, öğretmenler, esnaf ve emekliler kış şartları içinde fevkalade zor günler yaşıyorlar. Bir yanda her gün denetimsiz artan yiyecek fiyatları, elektriğe, yakıta ve de doğalgaza getirilen büyük zamlar vatandaşı sıkıntıya sokarken, öte yandan da salgın karşısında çaresiz bırakılmaları insanları geleceğe yönelik kaygılar içine itiyor. Emeğinin karşılığını alamayan bir kesim böylesi dertlerle uğraşırken iktidarın yanaşma medyası pembe hayaller pompalıyor topluma. Televizyonlarda pırlanta reklamlarından son model araba satışlarına kadar her şeyi güllük gülistanlık gösteren haberlerden programlara dek uzanan bir algı çalışması göze çarpıyor. Sanırsınız ki bu ülkede insanlar Türk Lirasıyla değil Dolarla kazanıyor, Dolarla yiyip içiyor. Giderek yoksullaşan ve yalnızlaşan insanların halini ise ne iktidar görüyor ne de devlet erkini yönetenlerin denetimindeki medya.
Diyebilirsiniz ki 84 milyonluk Türkiye’de iktidara muhalif kitleler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki milletvekilleri bu duruma karşı neden çare üretemiyorlar. Çare üretemiyorlar çünkü Meclis’teki milletvekili çoğunluğu da düzen partilerinden geliyor. Bugün bir seçim olsa yine birbirine benzeyen düzen partilerinden 20 partinin adını göreceksiniz listelerde. Onlara verilen her oy kapitalist düzenin Türkiye uzantılarına yeni bir katkı demektir. Emekçileri, işçileri savunması gereken sol partiler ise hala eski hastalıkları, ideolojik çekişmeleri bir yana bırakabilmiş değiller. Sol’un HDP’yi de kapsayan geniş bir yelpazede buluşması kanımca emek insanlarının, aydınların, sanatçıların da en büyük dileğidir.
Görülüyor ki, iktidar seçime gitme konusunda ikilem içindedir. Seçimi kazanma umutları azaldıkça sertleşen, ceberutlaşan bir, tek adam iktidarı var karşımızda. Basına her türlü güçlüğü çıkaran, düşünceyi ifade özgürlüğünü yok sayan, adalet mekanizmasının dürüst çalışmasını engelleyen, korku salarak topluma baskı kuran, barış ve kardeşliği Türkiye Cumhuriyeti yerine Azerbaycan’da arayan tek adam rejiminden biran önce kurtulmak gerekiyor. Bunun için de yalnız siyasetçilerin değil halkımızın da yattığı derin uykudan silkinerek uyanması da şart elbette.
Shakespeare tiyatro yapıtları yanı sıra dünyanın önde gelen şairlerinden de biridir. 1564-1616 yılları arasında yaşamış bu büyük şairin bir şiiriyle yazımı bitirmek istiyorum. Shakespeare’in “Bırak Artık, Üzülme Böyle, Yaptığın İçin” adlı şiirini Şavkar Altınel’in çevirisinden sunuyorum.
Bırak artık, üzülme böyle, yaptığın için,
Gülün dikeni olur, gümüş suyun çamuru,
Bulutlar çevresini sarar ayla güneşin,
İğrenç kurtlar kemirir en güzel tomurcuğu.
Her insan hata işler, benim bile hatam var;
Savunuyorum seni bu tür benzetmelerle,
Affetmem işlediğin suçu kendime zarar,
Günahını hoşgörmem günahından da öte;
Çünkü yaptığın için buluyorum bir neden,
Davacıyken, avukat gibi koruyorum seni,
Kendimi mahkemeye veriyorum bilmeden,
Savaşıyor durmadan bende nefretle sevgi:
Bu yüzden suç ortağı oluyorum sonunda
Merhametsizce benden çalan tatlı hırsıza.
Evrensel'i Takip Et